İrşad ve tebliğ etmede öncelik kimlere olmalıdır?
(Peygamber), âmânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve çevirdi. (Resûlüm! onun halini) sana kim bildirdi! Belki o temizlenecek, yahut öğüt alacak da o öğüt ona fayda verecek. Kendini (sana) muhtaç görmeyene gelince, sen ona yöneliyorsun. Oysa ki onun temizlenip arınmasından sen sorumlu değilsin. Fakat koşarak ve (Allah’tan) korkarak sana gelenle de ilgilenmiyorsun. (Abese 1-10)
İrşad ve tebliğ etmede öncelik istekli olan kimseyedir. Zengin olana, itibarlı olana, zeki olana, makamı olana değil!

Allah(C.C)’ın en güzel şekilde yarattığı insanın dünyadaki misali nedir?
Bir yolda duran ilerisinde mutluluklar diyarı, arkasında da karanlıklar diyarı olan son teknoloji ile üretilmiş bir araba düşünelim. Şoför, koltuğa otursa ve bu son model arabayı ileri vitese takıp kullansa arabayı en iyi şekilde kullanmış ve mutluluklar diyarına ve bu diyarın en güzel mekanlarına varmış olur. Fakat aynı şoför bu arabayı geri vitese takıp kullansa karanlıklar diyarına varır. Üstelik son model bu arabayı geri viteste kullandığı için hem yorulur hem de kötü bir son ile karşılaşır. Aklı olan Allah’ın (C.C) insana en güzel bir biçimde yaratarak bahşettiği bu bedeni en iyi şekilde kullanarak mutluluklar diyarı cennete ulaşır, bedbaht olan ise emaneti zayi eder, zahmetler içinde ulaştığı karanlıklar diyarında unutulur, sesi dahi duyulmaz.


Nakşibendi yolu Kuran ve Sünneti yaşama yolu ise, Kuran ve Sünnet belli olduğuna göre mürşide niçin gerek vardır
?
Bir insan gideceği bir adres için eline yol gösterici 600 sayfalık bir harita ve bu haritanın açıklaması niteliğinde onlarca ciltlik de rehber verilse, ayrıca bu harita ve rehberin her birisinin iyice anlaşılması ve yanlış yollara sapılmaması için de yüzlerce cilt daha açıklayıcı kitap verilmiş olsun. Bu kişinin gideceği adrese tüm bu bilgileri öğrenip, uygulaması ile mi ulaşması daha çabuk ve kolaydır? Yoksa yolu bilen ve daha önce başkalarını da bu adrese ulaştırmış tecrübeli bir yol gösterici ile mi? Üstelik yol göstericinin olması size verilen harita ve rehber ile onların açıklayacı kitaplarını okumanıza ve doğru yolda olup olmadığınızı teyit etmenize mani de değilken?


Nakşibendi yolu Kuran ve Sünneti yaşama yolu ise, Kuran ve Sünnet belli olduğuna göre mürşide niçin gerek vardır?

Bir insan gideceği bir adres için eline yol gösterici 600 sayfalık bir harita ve bu haritanın açıklaması niteliğinde onlarca ciltlik de rehber verilse, ayrıca bu harita ve rehberin her birisinin iyice anlaşılması ve yanlış yollara sapılmaması için de yüzlerce cilt daha açıklayıcı kitap verilmiş olsun. Bu kişinin gideceği adrese tüm bu bilgileri öğrenip, uygulaması ile mi ulaşması daha çabuk ve kolaydır? Yoksa yolu bilen ve daha önce başkalarını da bu adrese ulaştırmış tecrübeli bir yol gösterici ile mi? Üstelik yol göstericinin olması size verilen harita ve rehber ile onların açıklayacı kitaplarını okumanıza ve doğru yolda olup olmadığınızı teyit etmenize mani de değilken?

Resûlullah(s.a.v) efendimize tâbi olmanın önemi nedir?
“Cenâb-ı Hak bizleri, hepimizi dünyâ ve âhiretin efendisi ve bütün insanların her bakımdan en yükseği ve en iyisi olan Resûlullah efendimize tâbi olmak saâdetiyle şereflendirsin! Çünkü Cenâb-ı Hak, O’na tâbi olmayı, O’na uymayı çok sever. O’na uymanın ufak bir zerresi bütün dünyâ lezzetlerinden ve bütün âhiret nîmetlerinden daha üstündür. Hakîkî üstünlük, O’nun sünnet-i seniyyesine tâbi olmaktır.”
Evliyalar Ansiklopedisi, Arif-i Rivgeri Hazretleri

Bu yolun yolcuları manevi durumlarını nasıl kontrol etmelidir?
Abdülhâlık-ı Goncdüvânî Hazretleri ilk sohbetinde Arif-i Rivgeri Hazretlerine şöyle dedi: “Hak yolcusu bir sâlik, talebe, vaktinin, zamânının değerini gâyet iyi bilmelidir. Üzerinden vakitler bir bir geçip giderken kendisinin ne hâlde olduğunu sezmeye bakmalıdır. Şâyet geçen bir an içinde, huzurlu olduysa, bunu şükür gerektiren bir hâl bilmeli. “Allah’ıma şükürler olsun.” demelidir. Eğer gafletle geçip gitmiş ise, hemen onu telâfî etme yoluna gitmeli, yüce Yaratana nefsânî mâzeretini bildirip ondan bağışlanmasını dilemelidir…”
Evliyalar Ansiklopedisi, Arif-i Rivgeri Hazretleri

İslâm âlimlerinin ve kıymetli rehberlerin azalıp yok olduğu zaman ne yapmak lâzım?
Yûsuf-i Hemedânî’ye, İslâm âlimlerinin ve kıymetli rehberlerin azalıp yok olduğu zaman ne yapmak lâzım? denildiğinde, buyurdu ki: “O zaman, her gün o büyüklerin yazdığı kitaplardan bir miktar okuyunuz.”
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Yusuf Hemedani Hazretleri

Sufi kimdir?
“Sûfî kimdir?” diye soranlara Ebü’l-Hasen-i Harkânî hazretleri buyurdu ki: “Hırka ve seccade ile sûfî olunmaz, merasim ve âdetlerle tasavvufa yol bulunmaz. Sûfî, mahv ve fena ile benlikten geçendir. Zira abası ve hırkası olan pek çoktur. Lâzım olan kalp safiyetidir. Elbisenin ne faydası var? Çul giymekle ve arpa yemekle adam olunsaydı eşeklerin de adam olması gerekirdi. Çünkü onlar da çul giyer, arpa yerler.”
(Attar, Feridüddin, Tezkiretü’l-evliya, çev., S. Uludağ, Dergah Yayınları, İstanbul 1991., s. 628)

Faziletli kişileri nasıl tanıyabiliriz?
“Siz havada uçan birisini gördüğünüz zaman hemen o kimsenin fazîletli, kerâmet sahibi birisi olduğuna hüküm vermeyin. Hatâ edebilirsiniz. O kimsenin hakikaten fazîlet ve kerâmet sahibi olduğunu anlamak için, İslâmiyetin emirlerine uymaktaki hassasiyetine, Peygamber efendimizin ahlâkı ile ahlâklanması ve sünnet-i seniyyeye uymasına, hakîkî İslâm âlimlerine olan muhabbet ve bağlılığına bakın. Bunlar tam ise, o kimse fazîlet ve kerâmet sahibidir. Bunlara uymakta en ufak bir gevşeklik ve zayıflık bulunursa, o kimse için fazîlet ve kerâmet sahibidir demek mümkün olmaz.”
Evliyalar Ansiklopedisi, Bayezid-i Bistami

Bu yolun yolcuları mubahları nasıl görmelidir?
Asıl önemle üzerinde durulması gereken iş, mubah şeylerin fuzulî kısmını terk etmek ve onların zarurî olan mikdarı ile yetinmektir. Bu zarurî mikdar dahi, ibadet vazifelerinde toplu olmak re kuvvet bulmak niyeti ile alınmalıdır. Şöyle ki:
Yenen yemekten maksad, taatın yerine getirilmesi İçin kuvvet husulü olmalıdır.
Elbise giymekten maksad, avret mahallini kapamak, sıcaktan ve soğuktan korunmaktır.. Bu kıyası sair zarurî mubah işlerde dahi devam ettirmelidir.Nakşibendiye büyükleri, azimetle ameli tercih etmişlerdir; imkân nisbetinde ruhsatlardan kaçınmışlardır. Bu azimetli işler cümlesinden olarak, zarurî mikdarla yetinmek vardır. Şayet bu devlete ermek müyesser değilse., mubahlar dairesinden çıkıp karışık ve haramlar dairesine girilmemelidir.İmam Rabbani Hazretleri
İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 73. Mektup
İslamın yüceltilmesi için çalışmanın önemi nedir?“Bu zamanda İslam cidden gariptir. İslamın takviyesi için bu zamanda bir lira sarfetmek, altından ve gümüşten binlercesinin sarfı yerine geçer. Dinin takviyesi her zaman ve bütün insanlar tarafından yapılması her ne kadar güzel ise de, İslamın garip kaldığı zamanlarda yapılması daha kıymetli olur.”
İmam Rabbani Hazretleri
Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 439“Hayırların en büyüğü, şeriatın tervicine çalışmak, onun hükümlerinden her birini ihya etmeye gayret göstermektir. Bilhassa İslamî esasların yıkılmaya bırakıldığı zamanlarda…Allah yolunda binlerce nakdî tutarda sadaka verilse, şer’î meselelerden birini yerine getirme sevabına eşit olamaz. Şundan ki: Böyle bir fiil, yaratılmışların en büyüğü olan Peygamberlere uymaktır; dolayısıyla bu iş, onlarla kurulan bir ortaklıktır.”
İmam Rabbani Hazretleri
Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 439″Şayet mal sadakası vermek, İslam’ın te’yidi ve milletin ona rağbeti için olursa, onun için pek yüksek bir derece vardır. Böyle bir niyetle verilen sadaka, diğer işler için başka zamanlarda verilen binlerce sadaka yerine geçer.”
İmam Rabbani Hazretleri
Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 439Tarikat Nedir?
Tarikat: Şeriatı, Kur’an’ı, sünnet-i seniyyeyi özünden yaşamaktır.
Yani “şüphesiz yaşamaktır.”
En ufak bir tereddüde fırsat vermemektir.
Aybastılı Hacı Dursun Efendi Hazretleri
30 Ekim 2011 İstanbul Sohbeti

Tereddütsüz olarak şeriatı özünden yaşamaya “tarikat” denir.
Aybastılı Hacı Dursun Efendi Hazretleri
30 Ekim 2011 İstanbul Sohbeti

Kur’an’ı özünden yaşamaya “tarikat” denir.
Aybastılı Hacı Dursun Efendi Hazretleri
30 Ekim 2011 İstanbul Sohbeti

Yaşlı insanlar zamanı nasıl görmelidir?
Ömürün en güzel zamanları, heva ve hevese gitti. Allah’ın düşmanı olanların rızası tahsilinde zay oldu. Şimdi erzel-i ömür (ihtiyarlığın son günlerinde görülen rezil haller) kaldı. Bugün de bunu Yüce Hakk’ın razı olduğu işlere harcamz, o en güzel ömrün yerini doldurma işinde gayret etmezsek, az bir emek ve kısa bir sıkıntıyı sonsuz rahat ve nimetlere vesile bilmezsek, az bir amel ile birçok günahlarımızı örtmez isek, yarın hangi yüzle Rabbimizin huzuruna çıkabiliriz? O zaman hangi çareye başvuracağız?
Bu tavşan uykusu ne zamana kadar sürecek?. Bütünüyle, bu gaflet pamuğu ne zamana kadar kulakta kalacak?. Yakında basiret gözünden perde kalkacak; hiç şüphe edilmesin, kulaktan bu gaflet pamuğu dahi gidecek.. Lâkin, o zaman ne faydası olur?. O zaman, zamanın ele geçirdiği, hasretten ve nedametten başka bir şey olmayacak..
Ölüm gelmeden evvel, kendin amel etmeye bak. Kabrinde yaslanacağın bir şey hazırlamalısın.

İmam Rabbani Hazretleri
İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 210. Mektup

Bu yolun yolcuları zamanı nasıl görmelidir?
Dünyanın bekası cidden azdır. Bu azın dahi pek çoğu, telef olmuştur. Bu zevalden sonra kalan, azın dahi azıdır.
Âhiretin müddeti ise., bakidir; daimîdir.
Ebedî sonsuz hayatın muamelesi dahi, bu sayılı günlerin bekasına bağlanmıştır. Bundan sonra da: Ya ebedî nimet gelir; yahut sonsuz azap..
Bu anlatılan manayı Muhbir-i Sadık S.A. haber vermiştir ki, onda dönmek yoktur. Bunun için, aklı fikri kullanmak gerek..

İmam Rabbani Hazretleri
İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 210. Mektup

Sonsuz hayatta kurtuluş nasıl nasip olur?
“Sonsuz hayat kurtuluşunun nasip olması için insana şu üç şey mutlaka lâzımdır: İlim, amel, ihlâs.”
İmam Rabbani Hazretleri
İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 59. Mektup
Akaid ilminin önemi nedir?
”Allah korusun! zaruri sayılan îtikadî meselelerden birine bir halel gelirse ebedî kurtuluştan mahrum kalmak muhakkak olur. Ama amelî işler böyle değildir.Onlarda bir yanlışlık olursa affolunması mümkündür. İşin aslı itikadı düzeltmektir.”

İmam Rabbani Hazretleri
İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 193. Mektup

Bazı tasavvuf ehli tarafından söylenmiş şeriata uymayan sözler kabul edilebilir mi?
“Yazdığınız mektupta, Şeyh Abdülkerim Yemânî’nin şu sözü var:
“Sûbhân Allah gaybı bilmez!”
Cevap:- Bu fakirin o gibi cümleleri dinlemeye asla takati ve tahammülü yoktur. O derecede ki, düşünmeye bile mecal kalmıyor. Te’vil ve tercihe dahi yer yok. Ama bu söz kimden gelirse gelsin; ister Şeyh Abdülkerim Yemânî’den, isterse Şeyh-i Ekber-i Şâmî’den (yani İbni Arabi’den)…
“Bize, Muhammedi-i arabî’nin sözleri gereklidir. Muhyiddin-i Arabî’nin, Sadreddin-i Konevi’nin, Şeyh Abdürrezzak Kâşi’nin sözleri değil.
“Bizim ‘Füsûs’a değil ‘nüsûs’a (naslara) tutunmamız gerekir. Biz işimizi nass’larla hallederiz. Fûtûhât-ı Medeniyye(Medine’nin verdiği feyizler) ,bizim için İbni arabi’nin fütûhât-ı Mekkiyye isimli eserine ihtiyaç bırakmamıştır.”

İmam Rabbani Hazretleri
İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 100. Mektup

Nakşibendi yolunun büyüklerinden geldiği söylenen şeriata uymayan haberler nasıl değerlendirilir?
“Sultan Mahmut Gaznevî, saltanatı günlerinde Harkan kasabası yakınlarında konakladı. Vekillerinden birini, Ebû Hasan-ı Harkanî’ye gönderdi ve huzuruna kabul edilmesini istedi. Gönderirken elçisine de şunu tenbih etti:
-Eğer onda, bu kabul hususunda bir duraklama(yani bir isteksizlik) görürsen şu âyet-i kerimeyi kendisine oku:
-“Ey müminler! Allah’a, Resulüne ve sizden olan ûlü’l-emre itaat edin.”(Nisa:59)
Elçi, Ebû Hasan-ı Harkanî’nin yanına gitti, Sultan’ın dilediğini bildirdi. Ama kendisinde bir duraklama gördü. Kabul etmek, dileğe olumlu cevap vermek istemiyordu.
Bunun üzerine elçi, üstteki âyeti kerimeyi okudu. Şeyh Harkanî, cevap olarak şöyle dedi:
-“Biz Allah’a itaatle meşgulüz. O kadar ki, Resulüne itaat için bile hiç boş zaman bulamıyoruz. Nerede kaldı ki, emir sahiplerine itaatim olsun!”
“Bu sözü ile, Hz. Şeyh, Sübhan Hakk’a itaati, Resul’e itaatin gayrı saydı. Ki bu söz, istikameeten uzaktır!”
“Halleri istikamet üzere olan meşayıh, bu gibi sözleri söylemekten sakınırlar. Bilirler ki Hakk’a itaat Resulüne de itaattir.
Şuna da inanırlar ki: Resulü’ne itaat olmadan Allah’a itaat davası,aynı dalâlettir.”

İmam Rabbani Hazretleri
İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 152. Mektup

 

Allahü Teâlâ katında dünya niçin alçaktır?
Allahü teâlânın dünyâya düşman olması, dünyânın bu kadar alçak olması, nefsi isteklerine kavuşdurduğu, nefsi kuvvetlendirdiği içindir. Allahü teâlânın düşmanı olan nefse yardım eden de, elbette Allahın düşmanı olur. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, fakîrlikle öğünmüşdür. Çünki, fakîrlik, nefsin isteklerini yapdırmaz. Onu dinlemez. Burnunu kırar. Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” gönderilmesi ve islâmiyyetin emrleri, yasakları, [ya’nî ahkâm-ı islâmiyye] hep, nefsi kırmak, ezmek içindir. Onun taşkınca isteklerini önlemek içindir. İslâmiyyete uyuldukça, nefsin istekleri azalır. Bunun içindir ki, islâmiyyetin bir emrini yapmak, nefsin isteklerini yok etmekde, kendi düşüncesi ile yapılan binlerle senelik riyâzet ve mücâhededen dahâ kuvvetli te’sîr etmekdedir.

İmam Rabbani Hazretleri
İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 52. Mektup

 

İslami ilim öğrenen talebeyi mi, yoksa tasavvufa çalışan genci mi ileri tutmak lazımdır?
Allahü teâlâ, Peygamberlerin en üstünü hurmeti için “aleyhi ve aleyhimüssalevât vetteslîmât vettehıyyât”, din düşmanlarına karşı olan mücâdelenizde(seyyid şeyh Ferîd’e hitaben) yardımcınız olsun! Mubârek mektûbunuzu okumakla şereflendik. İlm öğrenen ve tesavvuf yolunda çalışan gençlere sarf etmek üzere, bir mikdâr para gönderdiğinizi yazıyorsunuz. İlm öğrenen talebeyi, tesavvufa çalışanlardan önce yazdığınızı görünce çok sevindik. (Zâhir, bâtının alâmetidir) buyurmuşlardır. İnşâallah mubârek kalbinizde de, bu talebe, dahâ önce bulunmaktadır.

İlim talebesini ileride tutmak, islâmiyyetin ilerlemesine sebeb olur. Bunlar islâmiyyetin bekçileridir. Muhammed aleyhisselâmın dînini, soysuzlara karşı bunlar koruyacakdır. Kıyâmet günü herkese islâmiyyetden sorulacak, tesavvufdan sorulmıyacakdır. Cennete girmek, Cehennemden kurtulmak, ancak islâmiyyete uymakla olur. İnsanların en iyileri, seçilmişleri olan Peygamberler “salevâtüllahi teâlâ ve teslîmâtühü aleyhim”, herkesi islâmiyyete çağırmışdır. Kurtuluş yolu islâmiyyetdir. O büyükler, islâmiyyeti bildirmek için gönderildi. O hâlde en kıymetli ibâdet, insanlara yapılacak en büyük iyilik, islâmiyyetin öğrenilmesine, yapılmasına çalışmakdır ve islâmiyyetin bir emrini meydâna çıkarmakdır. Hele, din düşmanları, azgınca, dîne saldırarak, islâm kitâblarını yok etdikleri, müslimân yavrularını aldatdıkları bir memleketde, Allahü teâlânın emrlerinden bir dânesinin yapılmasına sebeb olmak, binlerle, milyonlarla lira sadaka vermekden dahâ sevâbdır. Çünki, bu ufak iş, Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” uymak, onların vazîfesine ortak olmakdır. Hâlbuki, ibâdetlerin en kıymetlisi, sevâbların en çoğu onlaradır. Milyonla sadaka vermek, hayrât, hasenât yapmak ise, herkese müyesser olabilir. İslâmiyyetin meydâna çıkmasına çalışmak, nefsin istemediği şeydir. Buna çalışan, nefsi ile cihâd etmiş olur. Hayrât yapmak ise, nefsin hoşuna gidebilir. Fekat, islâmiyyetin öğrenilmesi, yapılması için para sarf etmek, şübhesiz çok kıymetlidir. Bu niyyet ile az bir şey vermek, bu niyyet olmadan sarf edilen milyonlardan aşağı değildir.

İmam Rabbani Hazretleri
İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 48. Mektup

Kerameti çok olanın veliliği daha üstün müdür?
“Kendisinden zuhur eden kerameti çok olanın velayeti daha tamam, yani velilikten yana nasibi daha bol olduğu mânası çıkmaz. Niceleri vardır ki kendisinden meydana gelen kerameti azdır, ama velayet durumu kemâl mânadadır.”

İmam Rabbani Hazretleri
Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 422

Bir defa (İmam Rabbani Hazretleri’nin)kendisine şöyle bir durumdan bahsedilir:
“Arkadaşlardan birinde,altı aydan beri bir terakki hasıl oldu.Gaybet ve şuursuzluk hallerinde gördüğü temiz ruhları şimdi uyanık iken de görmeye başladı.”
Bunu anlatan şahsa şöyle cevap verir:
“Ey mahdum, ruhları görmek yüksekliği göstermez. İster şuurlu görsün,ister şuursuz,farketmez, kıymetsizdir. Bu yolun birinci adımı, Allahü tealâ’dan başka hiçbir şey görmemektir.”

İmam Rabbani Hazretleri
Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 423

Veliler keramet göstermek zorunda mıdır?
“…Alimler, hârika hallerin meydana gelmesi ile mükellef olmadıkları gibi velîler de, hârika haller göstermekle yükümlü değillerdir. Zira velilik. Yüce Hakk’a yakınlıktan ibarettir, Hakk’ın dışındaki şeyleri unuttuktan sonra Allah evliyasına onu ikram eder.”

İmam Rabbani Hazretleri
Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 422

Ezanın manası nedir?

“Biliniz ki, ezânın kelimeleri yedidir:

ALLAHÜ EKBER: Allahü teâlâ, büyükdür. Ona birşey lâzım değildir. Kullarının ibâdetlerine de muhtâc olmakdan büyükdür. İbâdetlerin, Ona hiç bir fâidesi yokdur. Bu mühim ma’nâyı, zihnlerde iyi yerleşdirmek için, bu kelime, dört kerre söylenir.

EŞHEDÜ EN LÂ İLÂHE İLLALLAH: Kibriyâsı, büyüklüğü ile ve kimsenin ibâdetine muhtâc olmadığı hâlde, ibâdet olunmağa Ondan başka kimsenin hakkı olmadığına şehâdet eder, elbette inanırım. Hiçbirşey Ona benzemez.

EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN RESÛLULLAH: Muhammedin “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm”, Onun gönderdiği Peygamberi olduğuna, Onun istediği ibâdetlerin yolunu bildirici olduğuna ve Allahü teâlâya, ancak Onun bildirdiği, gösterdiği ibâdetlerin, yaraşır olduğuna şehâdet eder, inanırım.

HAYYE ALESSALÂH, HAYYE ALELFELÂH: Mü’minleri, felâha, se’âdete, kurtuluşa sebeb olan, nemâza çağıran iki kelimedir.

ALLAHÜ EKBER: Ona lâyık bir ibâdeti kimse yapamaz. Herhangi bir kimsenin ibâdetinin Ona lâyık, yakışır olmasından, çok büyükdür, çok uzakdır.

LÂ İLÂHE İLLALLAH: İbâdete, karşısında alçalmağa müstehak olan, hakkı olan ancak Odur. Ona lâyık bir ibâdeti kimse yapamamakla berâber, Ondan başka kimsenin ibâdet olunmağa hakkı yokdur.”

İmam Rabbani Hazretleri
İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 303. Mektup

Allah’a ulaştıran yolların en yakını hangisidir?
“Meşayih tarikatlarından hangisinde şeriat hükümlerine riayet fazla ise, nefisle muhalefetin çokluğundan ötürü, Sübhan Allah’a ulaştıran yolların en yakınıdır. Böyle bir tarikat ise, ancak, Tarikat-ı Nakşibendiye olur.
Üstte anlatılan mana icabı olarak, efendimiz ve önderimiz büyük şeyh Şah Nakşibend şöyle dedi:
“Nefisle olan muhalefetin çokluğu dolayısı ile, Sübhan Allah’a çıkaran yolların en yakınını buldum.”
Allahu Teala, sırrının kudsiyetini artırsın.”

İmam Rabbani Hazretleri
İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 421. Mektup

Şeyh Muhyiddin-i Arabî’yi nasıl görmek lazımdır?
“Bu Fakire –yani İmam-ı Rabbanî’ye- ait, Şeyh Muhyiddin-i Arabî hakkında itikadım şudur: Kendisinin makbüllerden olduğunu kabul ediyorum. Ama aykırı ilimlerini hatalı ve zararlı görüyorum.
Bazıları O’nu atmakta ve bütün ilimlerinde hatalı bulmaktadırlar. Bir başka cemaat ise O’na uymayı tercih edip , bütün ilimlerinde isabetli kabul ederler. Hiç şüphe yok ki, her iki taraf da, onun hakkında ifrat ve tefrit tarafını seçmişlerdir. Orta Halli olmayı bırakmışlardır.”

İmam Rabbani Hazretleri
İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 421. Mektup

Alimler ve Evliyalar arasındaki fark nedir?
İmam Rabbani Hazretleri buyurmuştur ki:
“Ulemâ şeriatin zahirine davet eder, evliya ise, şeriatin hem zahirine hem de bâtınına davet eder. Müridleri de, öncelikle tevbeye ve inâbeye gelmeleri için delâlet edip şeriat hükümlerinin yerine getirilmesine teşvik ederler, ikinci olarak da onları Yüce Hakk’ın zikrine çağırırlar, bütün vakitlerini Allah’ın zikri ile doldurmaları için, ısrarla üzerinde dururlar.”
Tabibler nasıl cesedin ihyasıyla meşgul oluyorsa,”ehlüllah da ruhun ihyasıyla meşgul” olurlar..
İkisi arasında çok büyük bir fark vardır. ”Zira, cesede ait olan iyileştirme sayılı günlerin hayat sebebidir; ama öbürü, ebedî hayata vesiledir.”
Onun için “Ehlüllahın varlığı, Allahü teâlâ’nın tahmetlerinen bir rahmettir. Onların ölü kalpleri diriltmesi ise, büyük nimetlerden bir nimettir. Onlar öyle bir topluluktur ki, onlarla oturan şaki olmaz; onlarla ünsiyet eden kaybetmez.”

Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 414-415

Asıl mürşid kimdir? Kim değildir?
“Mürşid kimdir bilir misin? Asıl mürşid odur ki, Yüce Hakk’ın zatına ulaşma yolunda ondan istifade edersin.
Mücerred olarak külah giymek, hırka ve eldeki şecere ve bunlardan başka halk arasında örf ve âdet olan şeylerin hepsi mürşidliğin ve müridliğin hakikatı dışındadır, bunlar birtakım resmiyet ve âdet olan şeyler cümlesindendir.”

İmam Rabbani Hazretleri
Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 414

Haller ve vecdlerin önemi var mıdır?
“Bir sâlik, yani tarikat yolcusu, nefsini dinin hükümlerinde ifnâ edip eritmedikçe, emirleri yerine getirmek, yasaklardan kaçınmak suretiyle özünü süslemedikçe… kendisinde haller ve vecidler hasıl olsa dahi, bunlar istidraca dahildir,onun aldatılmasıdır. Alemlerin Rabbi’nin Son Peygamberine tabi olmadıktan sonra kurtulamaz.”

İmam Rabbani Hazretleri
Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 413

Hakikati şeriatten farklı görmenin zararı nedir?
“Halkın pek çoğu, uyku ve hayallerle tatmin olup, cevizle ve muzla yetinmektedirler (yani tarikatın zevk’le ilgili yönlerine takılıp kalmaktadırlar). Bunlar, ‘şeriatı kabuk, hakikati de öz” sanırlar. Sofiyenin zevkli sözleri ile yetinip kalırlar. Hallerde ve süflî makamlarda fitneye düşerler. Yüce Allah onları doğru yola hidayet eylesin.”
“Bâtın zahiri tamamlar, onu kemâle erdirir.
Meselâ:Dil ile yalan söylemek şeriattır;yalanı hatırdan gönülden silip atmak ise tarikat ve hakikattir.İşte,”bâtın” olarak adlandırılan tarikat ve hakikat, şeriattan ibaret olan zahiri tamamlayıp kemâle erdiren bir unsurdur.”

İmam Rabbani Hazretleri
Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 413

Şeriat, tarikat ve hakikatin esası nedir?
İmam Rabbani hazretleri şöyle demektedir:
“Bil ki, şeriatın üç cüz’ü vardır. Bunlar da ilim, amel ve ihlasdan ibarettir. Bu üç cüzden herhangi biri gerçekleşmedikçe şeriat gerçekleşmez ve her ne zaman, bu üç cüz’ün meydana gelmesiyle şeriat meydana gelirse, işte o zaman dünya ve ahiretle alakalı bütün saadetlerin üstünde olan, Allahu Teâlâ’nın rızası tahakkuk etmiş olur.”
“Sofiyyeninin imtiyaz ettiği –üstün tuttuğu- tarikat ve hakikat ise, şeriatın üçüncü dilimi olarak sayılan ‘ihlas’ın tekmiline yardımcıdır. Yani hakikat ve tarikatın tahsilinden maksat şeriatın tekmilidir; şeriatın dışında bir başka şey için değildir.”
“İnsanlar, kıyamet günü ancak şeriattan sorumlu olacaktır, tasavvuftan değil. Cennete girmenin, cehennemden uzaklaşmanın başlıca yolu, şeriatınemrini yerine getirmektir. Peygamberler, kainatın en faziletlileri olarak, insanları ancak şer’î işlere davet etmişlerdir. Bu büyüklerin gönderilmesinden maksat yalnızca şer’î emirlerin tebiliğidir.”
“Tarikat ile hakikât, şeriatın hakikatinden ibarettir. Yoksa şeriat bir iş, tarikat ve hakikât da ona aykırı, ondan aykırı ikinci bir iş değildir. Zira böyle bir itikad ilhad ve zındıklıktır.”

İmam Rabbani Hazretleri
Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 409-411

Nakşibendi yolunun yolcuları günahları nasıl görmelidir?
“Korkmaktayım ki; gönül sahibi dostlar, zahirde bir tazeliği ve tadı olan bu düşük dünyaya aldanırlar. Yine korkarım ki; mubahtan şüphelilere, şüphelilerden de harama meylederler.
Yerinde olur ki; şer’an yasak olan şeyler öldürücü zehir biline…
Allahü Teâlâ, keremi icabı, mübah dairesini geniş kıldı. Kendi gönlünün darlığından ötürü bu geniş daireyi dar zannedenin şekaveti ne kadar kötüdür! Öyle ki adamını dahi bu geniş dairenin dışına atmakta, şer’î sınırları aşıp şüphelilere ve haramlara düşmektedir.
Akıllı olan kimseye düşer ki; şer’î ölçülere tutuna ve kıl kadar dahi ötesine taşmaya…

İmam Rabbani Hazretleri
Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 406

Küçük günahların sakıncası nedir?
“Ulema şöyle demiştir: küçük günahları işlemeye devam etmek, büyük günahları işlemeye götürür; büyük günahlara ısrarla devam etmek ise küfre götürür. Böyle bir şeyden ise Allah’a sığınmak lazımdır.”

İmam Rabbani Hazretleri
Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 404-405

Dünyada asıl nimet sahipleri kimlerdir?
“…Dünyanın bekası cidden azdır. Bu azın dahi pek çoğu telef olmuştur. Ömrün bir kısmı gitmiştir. Bu zevalden sonra kalan, azın dahi azıdır. Ahiretin müddeti ise, bakidir, dâimidir. Ebedi hayatta olacak işler bu sayılı günlerin durumuna bağlanmıştır. Alemlerin Rabbi, dünyayı ahiretin ‘ekin yeri’(mezrâa) kılmıştır. Ne kadar fecidir, o kimsenin şekaveti ki, ‘tohumunu tamamen yer, tüketir, tarlasına ekecek bir şey bırakmaz ve ekim yapamaz. Bir habbeyi (taneyi), yediyüz kubbeye çıkarmaz. Ve bunu; oğulun, ananın, kardeşin firar edeceği güne zahire olarak hazırlamaz.
Hali, anlatıldığı gibi olan kimsenin kazancı: dünyanın ve ahiretin hüsranıdır, ziyanıdır. Elinin içinde kalan, dünyanın ve ahiretin nedametidir. Çünkü Rabbinin hışmına mâruz kalacaktır.
Asıl devlet (nimet) sahibi o kimselerdir ki: dünyada fırsatı ganimet bilirler. Fırsatı ganimet bilmenin asıl manası da şudur: Onlar dünyada iyi amel işleyip âhiretleri için ekim yaparlar. Burada ektikleri bir habbelik amelden, sonsuz semerelerde elde ederler.”

İmam Rabbani Hazretleri
Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 402

Dünyanın sıkıntı ve cefalarına nasıl katlanılır?
Dünya hayatı, ancak ebedi saadete vesile kılınmak suretiyle yaşanmaya değer hale getirilir. Yoksa bir ömür,”sadece dünya için” harcanmaz. Böyle bir anlayış ile, dünyanın belâ ve mihnetleri ise hiç çekilmez. Dünyanın bütün sıkıntı ve cefalarına yalnızca âhiret hayatının hatırı için katlanılabilir.

Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 400

Nakşibendi yolunun yolcuları dünyayı nasıl görmelidir?
“Dünya hayatını, aldatıcı bir metâ’dan başka bir şey yerine koymayınız. Eğer dünya ve içindeki şeylerin kıl kadar değeri olsaydı, kâfirler ondan faydalanamazdı ve kötülere ondan hiçbir şey verilmezdi.”
“Bu bakımdan dünyanın aldatıcı süslerine iltifat edilmemelidir. Böyle bir şeyin varlığı ile yokluğu farksız ve önemsiz olmalıdır. Zira dünya Allah katında buğza uğramıştır; Onun yanında hiçbir değeri yoktur.”

İmam Rabbani Hazretleri
Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 396

Dünyada yaşayıp dünyanın aldatıcılığından uzak durmak nasıl mümkün olmaktadır?
“Din ile dünyayı bir arada cem’etmek, iki zıddı bir araya getirmek gibi bir şeydir. Bunun için ahiret talibine dünyayı terketmek yaraşır. Bilhassa bu zamanda dünyayı hakiki mâna da terk pek zor olduğundan, hükmen terkedilmesi gerekir. Hükmen terk şu demektir: Dinî işlerde Şeriat hükümleri gereğince yaşayıp amel etmek, o ahkâm ile hükümlenmek gerekir. Yemede içmede, hatta mesken işlerinde şer’î hükümlere riayet edip onun cevazı dışına çıkmamak, izin vermediği şeyleri yapmamaktır.
Eğer şer’î hükümlerle süslenmek, onlarla amel etmek müyesser olur ise… dünyanın mazarratından kurtulunmuş olur. İşte o zamandır ki, dünya ile ahiret birleşir.”

İmam Rabbani Hazretleri
Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 398

“Nefislerinin esaretinden kurtulanlar, dünya ehli suretinde görünseler de, hakikatte böyle değildir. Hakikatte onların dünya ile kalbi bir ilgileri yoktur. Şu âyet-i kerime kapsamında onlar da vardır:
“Onlar öyle erlerdir ki, ticaret ve alış-veriş kendilerini Allah’ın zikrinden alıkoyamaz”
Bu mânada Bahâeddin Nakşibend hazretleri şöyle anlattı: “Mina pazarında bir tacir gördüm;elli bin dinara yakın bir ticaret işi yaptı, ama Yüce Hak’tan bir lâhza bile kalbi bir gaflete bile düşmedi.”

İmam Rabbani Hazretleri
Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 399-400

Dünyayı terk etmenin hakiki manası nedir?
“Dünyayı terk etmenin hakiki mânası, ona rağbetli olmayı terketmektir. Ona rağbeti terk etmek ise ancak, varlığı ile yokluğu eşit olduğu zaman gerçekleşir.”

İmam Rabbani Hazretleri
Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 399

Dünyanın fitnesinden kastedilen nedir?
“Her ne ki, yaşamak için zaruru sayılır, işte o, zararlı olan dünya mefhumuna dahil değildir. Her ne ki fuzulidir , işte o da dünyaya dahildir.”

İmam Rabbani Hazretleri
Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 399

Nakşibendi yolunda zikirle gelinmek istenen seviye nedir?
“La ilahe illallah zikrine devam ediniz. Bu kelime-i tayyibenin tekrarı ile, bütün ’yabancı istekleri’ sîne sahasından çıkarıp atınız. Öyle ki, gönlünüzde Hak teâlâdan başka matlup ve mahbûb kalmasın.
Şayet kalp, bu zikri yapmaktan âcizlenirse dil ile söyleyiniz. Fakat gizli –içinizden- olmak şartıyla… Zira cehren zikir bu tarikatte yasaktır.”
“…şu iki devletle şerefyâb olanların saadetine paha biçilemez: Zahirî cephenin Muhammedî şeriatla süslenmesi, bâtınî mânanın da Yüce Hakk’ın Zâtından gayrı şeylerden halâs edilip temizlenmesi… İşte bu iki büyük nimetle şereflenen bahtiyarların kazancına paha biçilemez.”

İmam Rabbani Hazretleri
Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 381-382

Şeriatın yaşanmasında nefsin en küçük muhalefeti nedir?
Nefs-i emareye göre, şeriat emirlerini yerine getirmekten ve onun yasaklarını terketmekten daha zor bir şey yoktur. Nefsin şeriata olan en küçük muhalefeti, “azimet”li işi terk ve “ruhsatı” tercih etmesidir. Nefis, azimetle değilde ruhsatla amel edilmesini ister. Böyelece bir vazifenin terki yönünde irade izhar eder.

Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 384

Nakşibendi yolunda riyazet mi, şeriat hükümlerini yaşamak mı daha önemlidir? İmam-ı Rabbanî, Şeyh Ferid Buhari’ye yazdığı mektuplardan birinde şöyle diyor:
“Ey, mahdum-u mükerrem, keremli oğul!
Bilmiş olasın ki, insandaki nef-i emmâre, makam isteği ve riyaset (boş olma) sevdası üzerine yaratılmıştır. Bütün gayreti, akran üzerine gelmektir. Bütün arzusu, başkalarını kendine boyun eğdirmektir. O, başkasının hükmü altına girmek de istemez.
Bütün bunlar ondan gelen ulûhiyet davasıdır, misli ve benzeri olmaktan münezzeh Halik Teâlâ ile ortaklık dâvası gütmesidir. Mes’ud –yani iyi – olmaktan yana pek uzaktır, saîd değil şakidir.
“Makam, riyaset, yükselmek, tekebbür babında nefsin isteklerini vermek suretiyle nefsi terbiyeye kalkışmak, ona yardım olur ki, hakikatte Yüce Allah’a düşmanlıktır.
Bu alçak dünyanın Cenab-ı Hak katında buğza ve lanete uğramış olmasının sebebi de isteklerin hasıl olması yönünde nefsin muavini olmasıdır.
Peygamberlerin gönderilmesinden murad ve hikmet ve bilhassa şer’î emirlerin özü: nefs-i emmâreyi aciz bırakıp, onun binasını tahrip etmektir.
Her ne kadar şer’î amel işlenirse, o miktar nefsâni arzu zail olup gider.
Anlatılan mâna icabidir ki: şer’î hükümlerden birini icra etmek; nefsanî arzuların izâhelesi için bin senelik riyazetten ve bu uğurda mücâhededen daha faziletlidir.
Meselâ, bir kimse, şeriatın emrettiği zekat niyeti ile bir danik –dirhemin altıda biri kadar- sarf etse, nefsin tahribi yolunda kendiliğinden bin dinar sarfetmesinden daha hayırlıdır.
Sabah namazının iki rekat farzını cemaatla kılmak, sabah namazını cemaatla kılmayı terkederek geceyi sabaha kadar ibadetle geçirmekten çok faziletlidir.

Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 384-386

Nakşibendi yolunun yolcuları vakitlerini nasıl değerlendirmelidir?
“Beş vakit namazı cemaatle kıldıktan, müekked sünnetleri de eda ettikten sonra en uygunu: vakitleri zikrullah ile geçirmektir; O’nun gayrı ile meşgul olmamaktır. Bu vakitler, hangisi olursa olsun değimez. Meselâ:Yürürken, uyurken, yemek yerken…zikredilebilir.
Vakitleri zikirle mâmur eylemek gerek. Abdestli, abdestsiz, ayakta, oturarak, giderken gelirken … zikirden hâli kalınmamalıdır.”

İmam Rabbani Hazretleri
Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 379-380

Zikrin müslümana faydası nedir?
“Kalbi zikir, şer’i hükümlerin yerine getirilmesini te’yid eder, nefs-i emmârenin de inadını kırar.”

İmam Rabbani Hazretleri
Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 380

Zikirden tat almanın önemi var mıdır?
“Ahiret halleri göz önünde tutulmalı ve zikirle meşgul olunmalıdır.” (İmam Rabbani Hazretleri)
“Zikirde lezzet de aranmaz. Hatta ne kadar meşekkat bulunursa o kadar faziletli olur.”(İmam Rabbani Hazretleri)
“Beş vakit namazı kıldıktan sonra en iyi iş: vakitleri şânı yüce Allah’ın zikri ile mâmur eylemektir, yoksa zikir lezzeti ile muattal olmak değil.”(İmam Rabbani Hazretleri)
Zikir hoş vakit geçirmek, onun verdiği hâl ile avunmak için değildir. Her ân, Alemlerin Rabbini hatırlamak, böylece kulluk bilincini diri tutmak ve bu ruhla hak yolunda şevkle ilerlemek içindir.

Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 380

Kalbin itminana kavuşması nasıl gerçekleşir?
“Allahü Teâlâ şöyle buyurdu:
Haberiniz olsun, kalpler Allah’ın zikri ile itmi’nana kavuşur:”elâ bizikrillâhi tetmainnü’l kulûb.”(Rad:28)
Üsteki âyet-i kerimenin ifade ettiği mâna gibi, kalbin itmi’nana ermesini yolu: Allah’ı zikretmektir, yoksa nazar ve istidlal değildir.
Zikirde, Hakk’ın zâtı ile münasebet kazancı vardır. Zikirden muhabbet hasıl olur.
Zikreden kimseye muhabbet gelince, bundan sonra artık ‘kalbin yatışması’ meydana gelir. Kalp itmi’nana varınca da elde edilen kazanç, ebedi bir saadet devleti olur.
Uyanık ol ve bil ki, senin saadetin, hatta bütün âdemoğullarının saadeti, felahı, kurtuluşu…evet bütün bunların her biri, Yüce Mevlâ’yı zikretmelerindedir. İmkân nisbetinde bütün vakitler, şânı Yüce Allah’ın zikri ile doldurulmalıdır. En küçük bir ânı bile gafletle geçirmek uygun değilidir.
Ahiretteki felah, çokça zikretmeye bağlıdır. Bu mânada Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
Allah’ı çok zikrediniz,belki felah bulursunuz (Cuma:10)”

İmam Rabbani Hazretleri
Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 377-378

Not: Aklın nazarı ile elde edilen ilim (bilgi) iki çeşittir. Birincisi bedîhî yâni düşünmeye ihtiyaç olmadan ilk bakışta elde edilen bilgi. Meselâ; bütünün, parçasından büyük olduğunu bilmek böyledir. İkincisi, istidlâlî yâni, aklın düşünmesiyle elde edil en bilgi. Meselâ; kâinâta ve ondaki inceliklere bakarak, onun bir yaratıcısının bulunduğunu anlamak böyledir. (Sa’düddîn Teftâzânî)

Zamanı yöneten ve zamanın yönettiği kişilerin farkı nedir?
“Hâlleri devamlı olmayan, istikrarı bulunmayanlara gelince. Bunlar “ibnü’l-vakt”, vaktin çocukları ve onun mağlubudurlar. Bir kere uruc ederler, yükselirler, bir kere hubut ederler, alçalırlar.
Tecelliyât-ı Zâtiye erbabı ise… Bütün halleri ile, hallerin köleliğinden kurtulmuşlardır.
Bunların vakitleri daimidir; halleri süreklidir. Bunlar, “ebü’l-vakt”tir, vaktin babalarıdır. Bunlar temkin erbabıdır. Bunlar için hiçbir şekilde yitirme, kayıp, zarar yoktur.”

İmam Rabbani Hazretleri
Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 377-379

Not: Tasavvufta değişmekten, hâlden hâle geçmekten kurtulup, huzur ve sükûna kavuşma temkin denir.

Gençlik vaktinin önemi nedir?
“Allah’ın rızasını kazanmak için amel işleme vakti gençliktir. Akıllı olan bu vakti kaçırmaz, fırsatı ganimet bilir. Zira iş müphemdir: insan, yaşlılık zamanına kalmayabilir. Kaldığını farzedelim, derlenip toparlanmak müyesser olmayabilir veya bir amel işlemeye güç yetiremez. Zira o zaman zaafın ve aczin bastırdığı zamandır.
Halbuki şu anda derlenip toparlanma durumu mevcuttur, ecirlerin elde edilmesi de kolaydır. İş bu mevsim, fırsat mevsimidir. Bugünün işini yarına bırakmamak için şu andaki durumda ne gibi bir özür olabilir?İşleri ertelemk için ne gibi bir sebep var?”
Anlatılan manada Resulüllah(s.a.v) Efendimiz şöyle buyurdu:”İşi erteleyenler helak oldu.”

İmam Rabbani Hazretleri
Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 364

Kafir olup dünyada iyi işler yapanları nasıl görmek lazımdır?
“Görmez misin ki delalet ehli mesela sihirbazlar, Hind fakirleri çokca riyazet yaptıkları, zorlu çabalara girişip hârika haller gösterdikleri halde onların Allah katında hiç itibarları yoktur; hatta zelil durumdadırlar. Bunun sebebi hak şeriat’a uymayışlardır. Şeriat’ın emri üzere olmadığı için çalışmalarının dinî bir kıymeti yoktur. Onlar sadece dünyalık devşirirler.
Şeriat’a tabi olanlara gelince, bunların hali başkadır. Bunlar, değerli cevherler üzerinde çalışanlara benzerler; çalışmaları, amelleri onlara nazaran daha az olduğu halde, aldıkları ecir(ücret) onların aksine pek fazladır.”

İmam Rabbani Hazretleri
Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 368

İslamın yücelmesi için gayret göstermemenin vebali nedir?
“İşte bugün, her müslüman elinden gelen yardımı yapmayıp İslamiyet yine baskı ve hakaret altına düşerse, yardımı, fikri ve fiilî katkıyı esirgeyen her müslüman âhirette mes’ul olacaktır. Bunun için bu fakir, gücüm kuvvetim olmadığı halde bu yardıma özeniyorum. İstiyorum ki, kendimi İslam devletine (nimetine) destek ve yardım meydanına atayım, imkan ve nisbetinde orada cihad edeyim.
“Her kim bir cemaatin artmasına sebep olursa o onlardandır” mealindeki hadis-i şerif hükmüne göre, ihtimal ki, bu güçsüz âciz, onların zümresine dahil olur. Kendimi o kocakarıya benzetiyorum ki eğirdiği bir iplik yumağı ile, Yusuf’a müşteri olarak pazara çıkıyor…”

İmam Rabbani Hazretleri
İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 47. Mektup

Nakşibendi yolunun yolcuları dünyanın aldatıcı cazibesine karşı şeriat hükümlerinin uygulanmasını nasıl görmeleri lazımdır?
“Bir gün Kur’an-ı Mecid okuyordum, şu mealdeki ayete geldim: ”De ki: babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, zevceleriniz, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, azalmasından korktuğunuz ticaretiniz, beğendiğiniz meskenler, size Allah’tan, Resulünden ve onun yolunda cihat etmekten daha sevgili ise…artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin(başınıza gelecekleri göreceksiniz!) Allah, fasıklar topluluğunu doğru yola iletmez.(Tevbe, 24)
“Bu ayet-i kerimeyi okumaktan bana çokça ağlama geldi ve ağlamaktan korku bastı.
Bu esnada halimi düşündüm ve kendimi şöyle buldum: Bunların hiç biri ile aşırı bir ilgim yoktur. O kadar ki, bunların hepsi telef olup gitse, şeriatta yasak ve çirkin olan bir işin caiz olmasını istemem. Bu sayılan dünya varlıklarının hiç biri o işe tercih edilmez.”

İmam Rabbani Hazretleri
Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 314-315

Nakşibendi yolunun yolcuları mezheplere uyma konusunda nasıl bir yol izlemelidir?
İmam Rabbani Hazretleri genel olarak herkese, ‘kendi mezhebinin müçtehidine bağlı kalmayı’tavsiye etmekle beraber, yapabilecek durumda olan için bütün mezhep imamlarının hükümlerine uymaya çalışmalarını da tavsiye ederdi.
Meselâ buna örnek olarak, ”İmam-ı Şâfiî, abdestte niyeti ve tertibi farz kabul etmiştir; o halde abdest alırken bunlara da riayet edilmelidir.” demesini zikredebiliriz.

Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 313

Nakşibendi yolunun üstünlüğünün sebebi nedir?
Bu yüce tarikatın büyüklüğü, Nakşibendi tarikatının tabakalarında yükseliş, sünneti seniyeye bağlı olmakla ve düşük bidatlardan sakınmakla mümkün olabilir. Bundan dolayı bu yüksek tarikatın büyükleri, aşkikar zikirden kaçınmışlardır. Kalpten yapılan gizli zikri emtermişlerdir. Sema, raks, vecd ve aşka gelme gibi v.s Peygamberin (s.a.v) ve Hulefa-i Raşidin’in (r.a) devrinde bulunmayan şeyleri yapmayı yasaklamışlardır. Peygamber’in (s.a.v) asrında bulunmayan erbain halveti ( kırk gün bir yere kapanıp çile çekme) yerine, insanların yanında, fakat kalbini Allah’a (c.c) bağlı tutmayı yeğlemişlerdir.
Şüphesiz sünneti seniyeye yapışarak büyük sonuçlar elde etmişlerdir. Bu tür bidatlerden kaçınmanın bir çok meyvesini toplamışlardır. Bunlardan dolayı, başkalarının sonda eriştikleri, bunların başına girdirilmiştir.
Bunların yolu, diğer bütün yollardan üstün olmuştur.
Onların sözleri, kalp hastalarına ilaçtır.
Onların bakışları, manevi hastalıklara şifadır. O güzel bakışları, talebelerini dünya ve ahiret bağlantılarından kurtarmaktadır. Onların şanı büyük himmetleri, talebelerini mahlukatın bataklıklarından çıkartarak, ilahi nimetlerin zirvesine çıkarmıştır.

İmam Rabbani Hazretleri
İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 168. Mektup

Müslümanın kafirlerle münasebeti nasıl olmalıdır?
Bir kimsenin müslümân olmasına alâmet, İslâm düşmânlarını tanıması, onlara aldanmaması, sözlerini dinlememesidir. Allahü teâlâ Kur ân-ı kerîmde, Tevbe sûresi yirmisekizinci [28] âyetinde kâfirlere (Neces) ya nî pis dedi. Doksanbeşinci [95] âyetinde de (Rics) buyurdu. Rics de pis demekdir. Bunun için, müslümânların kendileri ile alay eden kâfirleri pis ve zararlı bilmeleri lâzımdır. Böyle bilince, onlarla arkadaşlık yapmazlar, sevişmezler, onlardan sakınırlar. Onlarla birlikde bulunmakdan nefret ederler. Böyle kâfirlerle meşveret etmek, işleri onlara danışıp onların sözü ile hareket etmek, bu din düşmânlarına kıymet vermek olur. Hem de, onları çok yükseltmek olur. Onlardan yardım, şifâ beklemek ve hele onlar vâsıtası ile düâ ve ibâdet etmek boşuna uğraşmakdır. Mü min sûresinin ellinci âyetinde ve Ra d sûresinin ondördüncü âyetinde meâlen, (Kâfirlerin düâları ancak dalâletdir) buyuruldu. Ya nî, İslâm düşmânlarının düâları kabûl olmaz, hiç fâide vermez. Kâfirler, papazlar vâsıtası ile yapılan düâları Allahü teâlâ hiçbir zemân kabûl etmez. Böyle düâların müslimânlara fâidesi olmaz. Yalnız bu sûretle o dinsizlere bir kıymet verilmiş olur. Onlar, düâ ederken, putlarını, Allahın düşmânlarını araya korlar. Onlardan düâ beklemenin kötülüğünün çirkinliğinin nereye kadar uzandığını, müslümânlığın temelinden yıkılıp, kokusunun bile kalmayacağını buradan anlamalıdır.

İmam Rabbani Hazretleri
İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 163. Mektup

Çocuk yaşta yüksek manevi derecelere ulaşmak mümkün müdür?
İmam Rabbani Hazretlerinin hocası Muhammed Bakibillah Hazretleri tâ önceden dostlarından birine yazdığı bir mektupta, oğlu Ahmed Farukî’den bahsederken şöyle demişti:
“Ahmed’in daha henüz küçük olan çocuklarının hepsi birer ‘esrâr-ı ilahi’dir. Şaşılacak, inanılmayacak kabiliyetleri ve halleri vardır. Kısaca, ’şecere-i tayyibe’dirler.” Bunların yüksek haline numune olarak Muhammed Sâdık’ın, babasına yazdığı bir mektuptaki şu cümleleri kafidir:
“Canım babacığım; hiçbir ânımın Allah rızasının hilafına geçmemesinden başka arzum yoktur.”

Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 289-290

Tasavvuf yoluna niçin girmek gerekir?
“…Amel ve itikadı tamamladıktan sonra Allah’ın da yardımıyla tasavvuf yoluna girmek gerekir. Ama bu, itikad ve amelin üzerine eklenecek fazladan bir şeyin elde edilmesi için değildir. Böyle bir istek insanı hatalı durumlara bile düşürebilir. Gerçek olan şu ki, bu yüce yola girmekten maksat;itikad edilen şeyler hakkında kesin ve kuvvetli inanç-yakin-elde etmekdir. Maksat, kalbin inanç bakımından şüphelerden ve zayıflıktan kurtularak itminana ermesidir…”

İmam Rabbani Hazretleri
Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 221-222

Devlet büyüklerine nasıl nasihat etmelidir?
İmam Rabbani Hazretleri kendi zamanının bir devlet büyüğü olan Hân-ı Azam’a yazdığı mektubunda şöyle demektedir.
Bu şerefli dînin parlaklığı, hükûmet reîslerine bağlı kılındı. Hâlbuki iş tersine dönmüş, devlet, hükûmet, islâmiyyeti yıkmağa uğraşıyordu. Bu hâle yazıklar olsun, teessüfler olsun, pişmânlıklar olsun! Sizin mubârek varlığınızı, cenâb-ı Hakkın büyük ni’meti biliyoruz. Din düşmanlarının hücûmları karşısında, perîşan olan mü’minleri kanadı altında koruyacak, sizden başka bir kahraman bilmiyoruz. Allahü teâlâ sevgili Peygamberi ve Onun Ehl-i beyti “aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât vettehıyyât velberekât” hurmetine, kuvvetinizi artdırsın! Yardımcınız olsun! Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki: (Bir kimseye deli denmedikçe, onun îmânı temâm olmaz!). Bu zemânda, islâm sevgisinin, islâm gayretinin alâmeti olan, bu cünûn [delilik], sizin temiz rûhunuzda görülmekdedir. Bu ni’meti veren, Allahü teâlâya hamd olsun! Bugün, öyle bir gündür ki, az bir hareket, [bir söz, bir yazı] hemen kabûl olunup pekçok sevâb verilir. Eshâb-ı Kehfin “rahmetullahi teâlâ aleyhim”, bu kadar kıymet ve şöhret kazanmasının sebebi, yalnız hicret etmeleri idi. Düşman saldırdığı zemân, suvârîlerin az bir hareketi, çok kıymetli olur. Sulh zemânında, pek ince, güç ta’lîmleri, bu kıymeti alamaz. Bugün sizin, söz ile yapdığınız cihâd, cihâd-ı ekberdir. Size nasîb olan bu ni’metin kıymetini biliniz. Var kuvvetiniz ile, din düşmânlarını rezîl edip, [islâmiyyetin emrlerinin yapılmasına, harâmların çirkinliğinin, zararlarının anlaşılarak kaçınılmasına], hakkı söylemeğe çalışınız! Bu söz ile [ve kalem ile] olan cihâdı, [top ile] kılınç ile olan cihâddan dahâ kârlı biliniz!

İmam Rabbani Hazretleri
İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 65. Mektup

Devlet büyüklerinin dindar olanı ile dindar olmayanı arasında fark var mıdır?
“Padişahın bu âleme nisbeti, kalbin bedene nisbeti gibidir. Kalp bozuk ise beden de bozuktur. Padişahın iyiliği (iyi müslüman olması) âlemin iyiliği; onun fesadı (bozukluğu) ise âlemin fesadıdır.”

İmam Rabbani Hazretleri
Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 165

Devlet büyüklerinin dine hizmetleri ile diğer müslümanların hizmetleri arasında fark var mıdır?

İmam Rabbani Hazretleri zamanın büyüklerinden biri olan Hân-i Cihana yazdığı mektuplardan birinde, onun dine olan alakasının artması ve millete yansıması için şunları söylüyordu:
“Allahü teala, size razı olduğu işleri yapmanızda başarı ihsan eylesin.
Bugün yapmakta olduğunuz devlet işlerine ait hizmetle beraber Muhammed Mustafa’nın(aleyhisselatü ve’s-selam) dinini de birleştirecek olursanız, Peygamberlerin amelini işlemiş olursunuz ve bu din-i mübini nurlandırılmış, geliştirmiş olursunuz.
Halbuki biz fakirler senelerce çalışıp canımızı bu yola koysak, yine de amelde sizlere katılamayız, sizin gibi şahinlerin derecesine çıkamayız.”

Ekrem Sağıroğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı Cihadı Eseri, Sayfa 173

Nakşibendi yolunun yolcuları devlet büyüklerinin verdiği yemek ziyafetlerinden istifade edebilir mi?

Bir ara Hâce Bahâeeddin Hazretleri Herat şehrine gelmişlerdi. Bu sırada Herat hakimi Melik Hüseyin, şehirdeki bütün ulema ve meşayihi davet etmek istedi. Neticede bu niyetini gerçekleştirdi ve düşündüklerinin hepsini davet ederek bir ziyafet verdi. Mükellef sofralar hazırladı ve bol bol ikramlarda bulundu.

Büyük bir kalabalık toplanmıştı. Adı geçen Melik Hüseyin bizzat sofra hizmeti ile meşgul oluyordu. Orada bulunanlara hitaben:

“Sizlere takdim ettiğim bu yemeklerin hepsinin masrafı babamdan bana miras olarak kaldığından, ‘helal’dir. Onun için şüphe etmeden yiyebilirsiniz. Eğer kıyamette de sual olursa, cevabı benim üzerime olsun!”

Diyerek bütün topluluğu buyur etti ve hazır bulunanlar da yemeye başladılar. Fakat Hâce Hazretleri bu yemeklerden yemediler.

Herat’ın en büyük alimi Mevlana Şeyhülislam Kutbeddin de Melik Hüseyin’in bu ziyafetinde Hâce Hazretleri ile birlikte bulunmaktaydı.

Şeyhülislam, Hâce Hazretlerine “Niçin yemezsiniz?” dedi. Hâce Hazretleri cevaben:

“Benim bir hakimim, bir danışmanım (yani vicdanım) vardır. Bu yemekleri yeme hususunu ona arzeyledim, sordum. Danışmanım bana: Yarın bu yemeklerden niçin yemedin?.. diye bir soru sorulmaz, eğer yersen sorulur dedi” şeklinde cevap verdi.

Hâce Hazretleri bu hoş nükteyi Mevlana Kutbeddin’e öyle herkesin huzurunda söyleyince Mevlana’nın hali başkalaştı. Açıklamalar karşısında hayret ve takdirlerini gizlemeyerek tasdik etti ve taltif edici sözler söyledi. Melik Hüseyin, Hâce Hazretlerine atfen ve tariz yollu:

“Meşayih böyle nükteler söyleyegelmişlerdir!” dedi.

Mevlana Kutbeddin Melik’in gazaplanmasından korkarak:

“Hâce Hazretlerini bize bağışlayınız!” dedi.

Melik, Hâce Hazretlerinin sözlerinden son derece münfail olup içerlemişti.
Şeyhülislam Mevlana Kutbeddin’den bu taamları kimlerin yemesinin caiz olduğunu sordu ve:

“Pekiyi, şimdi bu yemekleri kime sarfedelim?” dedi.

Mevlana:

“Bu nükteyi söyleyene sorunuz!” diye cevap verdi.

Bunun üzerine Melik Hüseyin o nükteyi Hâce Hazretlerindne sual eylediler. Hâce hazretleri de şöyle buyurdular:

“Sualinizin cevabı şudur: Herhangi bir şeyde ki, kendisi üzerinde şüphe vaki olmuştur, o şey fukaraya sarf olunur. Eğer bu yemeklerin helal olduğu kabul ediliyorsa, o zaman da bu belde insanlarının bu yemekler üzerinde gözü vardır. Onlar da bulunmak isterler. Bütün belde halkı ile birlikte yenmesi gerekir. Hele hele bu mecliste bulunanlar bu yemekleri her zaman ve her yerde yiyebilmektedirler ki, bu yemekleri yemek için bu sofrada bulunanların hiç yeri yoktur. Herat şehrinde nice fakirler vardır ki, bu yemeklerin bir lokmasına bile muhtaçtırlar.”

Hâce Hazretlerinin şeriat ve tarikatı içine alan bu manalı cevapları orada bulunanları hayrette bıraktı ve hepsi kendisine hayran kaldı. Hepsi orada itikad yenileyip kendisine bir kat daha bağlandılar.

Ekrem Sağıroğlu, Şah-ı Nakşibend Muhammed Bahaeddin Buhari, Sayfa 63-65

Nakşibendi yolunda seyr ve sülûkdan maksad nedir?
Seyr ve sülûkdan maksad, nefs-i emmâreyi tezkiye etmek, ya’nî temizlemektir. Böylece nefis, aşağı, çirkin isteklerinin sebep olduğu, Allahu Teâlâ’dan başka şeylere tapınmaktan kurtulur. Ondan başka, bir ma’bûdu, maksadı kalmaz. Dünyâdan bir şey istemediği gibi, Âhiretten de, bir şey istemez. Evet, Âhireti istemek iyidir, sevâpdır. Fakat, ebrâr için sevâpdır. Mukarrebler Âhireti istemeği de günâh bilir. Zât-ı ilâhîden başka bir şey istemez. Mukarrebler derecesine yükselmek için, (Fenâ) hâsıl olmak lâzımdır ve Zât-ı ilâhînin sevgisi insanı kaplamalıdır. Bu sevgiye kavuşan, elemlerden, sıkıntılardan da lezzet alır. Ni’metler ve musîbetler, müsâvî olur. Azâblar da, ni’metler gibi tatlı olur. Cenneti, Allahu Teâlâ’nın râzı olduğu yer olduğundan ve Cenneti isteyenleri sevdiği için, isterler. Cehennemden sakınmaları da, Allahu Teâlâ’nın gazab ettiği yer olduğu içindir. Yoksa, Cenneti istemeleri, nefislerine tatlı geldiği için değildir. Cehennemden kaçınmaları, orada azâp ve sıkıntı olduğu için değildir. Çünki, bu büyükler, sevgilinin yaptığı her şeyi güzel görür. Bunları kendilerinin matlûbu, maksadı bilirler. Sevgilinin her işi, sevgili olur. İşte, tâm ihlâs budur. Yalancı ma’bûdlardan kurtuluş makâmı burasıdır. Kelime-i tevhîdin ma’nâsı, ancak burada hâsıl olur. İsimler ve sıfatlar arada olmaksızın, yalnız Zât-ı ilâhîyi sevmedikçe, bu ni’metler, hiç ele geçemez. Böyle sevgi olmadıkça, tâm Fenâ nasip olmaz.

İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 35. Mektup

Din adamı perdesi altında dini suistimal edenleri nasıl değerlendirmek lazımdır?
Âlimlerin dünyâyı sevmesi ve ona düşkün olması, güzel yüzlerine siyâh leke gibidir. Böyle olan ilim adamlarının, insanlara faydası olur ise de, kendilerine olmaz. Dîni kuvvetlendirmek, islâmiyyeti yaymak şerefi, bunlara âit ise de, ba’zan kâfir ve fâsık da, bu işi yapar. Nitekim, Peygamberlerin efendisi “sallallahu aleyhi ve sellem” kötü kimselerin de, dîni kuvvetlendireceğini haber vermiş ve (Allahu Teâlâ bu dîni, fâcir kimselerle de, elbette kuvvetlendirir) buyurmuştur. Bunlar, çakmak taşına benzer. Çakmak taşında enerji vardır. İnsanlar bu taşdaki kudretden ateş yapar, istifâde eder. Taşın ise, hiç istifâdesi olmaz. Bunların da ilimlerinden kendilerine fayda olmaz. Hattâ, bu ilimleri, kendilerine zararlıdır. Çünki, kıyâmet günü, bilmiyorduk, günâh olduğunu bilseydik yapmazdık diyemezler. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki, (Kıyâmet gününde, en şiddetli azâp görecek kimse, Allahu Teâlâ’nın kendi ilminden, kendisini fâydalandırmadığı âlimdir). Allahu Teâlâ’nın kıymet verdiği ve her şeyin en şereflisi olan ilmi, mal, mevki kapmağa ve başa geçmeğe vesîle edenlere, bu ilim zararlı olmaz mı? Hâlbuki, dünyâya düşkün olmak, Allahu Teâlâ’nın hiç sevmediği bir şeydir. O hâlde, Allahu Teâlâ’nın kıymet verdiği ilmi, Onun sevmediği yolda harc etmek, çok çirkin bir iştir. Onun kıymet verdiğini kötülemek, sevmediğini de kıymetlendirmek, yükseltmek demektir. Açıkçası, Allahu Teâlâ’ya karşı durmak demektir. Ders vermek, va’z etmek ve dînî yazı, kitâp, mecmû’a çıkarmak, ancak, Allah rızâsı için olduğu vakt ve mevki, mal ve şöhret kazanmak için olmadığı zamân faydalı olur. Böyle hâlis, temiz düşünmenin alâmeti de, dünyâya düşkün olmamaktır. Bu belâya düşmüş, dünyâyı seven din adamları, hakîkatta dünyâ adamlarıdır. Kötü âlimler bunlardır. İnsanların en alçağı bunlardır. Din, îmân hırsızları bunlardır. Hâlbuki bunlar, kendilerini din adamı, Âhiret adamı ve insanların en iyisi sanır ve tanıtır. Sûre-i Mücâdelede, (Onlar, kendilerini Müslümân sanıyor. Onlar son derece yalancıdır. Şeytân onlara musallat olmuştur. Allahu Teâlâ’yı hâtırlamaz ve ismini ağızlarına almazlar. Şeytâna uymuşlar, şeytân olmuşlardır. Biliniz ki, şeytâna uyanlar ziyân etti. Ebedî sa’âdeti bırakıp sonsuz azâba atıldı) meâlindeki âyet-i kerîme bunlar içindir. Büyüklerden biri şeytânı boş oturuyor, insanları aldatmakla uğraşmıyor görüp, sebebini sorar. Şeytân cevâp olarak, (Zamânın din adamı geçinen, kötü âlimleri, insanları yoldan çıkarmakta, bana o kadar yardım ediyor ki, bu mühim işi yapmama lüzûm kalmıyor) demiştir. Doğrusu, zamânımızda islâmiyyetin emirlerini yapmaktaki gevşeklikler ve insanların dinden yüz çevirmesi, hep din adamı perdesi altında söylenen sözlerden, yazılardan ve bu adamların bozuk niyetlerinden dolayıdır.

İmam Rabbani Hazretleri
İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 33. Mektup

Gerçek din alimi nasıl olur?
Dünyâya gönül kaptırmayan, mal, mevki, şöhret kazanmak, başa geçmek sevdâsında olmayan din âlimleri, Âhiret adamlarıdır. Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” vârisleri, vekîlleridir. İnsanların en iyisi bunlardır. Kıyâmet günü, bunların mürekkebi, Allahu Teâlâ için cânını veren şehîtlerin kanı ile tartılacak ve mürekkep, dahâ ağır gelecektir. (Âlimlerin uykusu ibâdetdir) hadîs-i şerîfinde medhedilen, bunlardır. Âhiretdeki sonsuz ni’metlerin güzelliğini anlayan, dünyânın çirkinliğini ve kötülüğünü gören, Âhiretin ebedî, dünyânın ise fânî geçip tükenici olduğunu bilen onlardır. Bunun için kalıcı olmayan, çabuk değişen ve biten şeylere bakmayıp, bâkî olana, hiç bozulmayan ve bitmeyen güzelliklere sarılmışlardır.

İmam Rabbani Hazretleri
İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 33. Mektup

Geceleri yapılması adet edinilen zikir ve dualar yapılamadığında nasıl telafi edilmelidir?
Ömer İbni Hattâb radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir kimse, geceleri okuduğu zikir ve duasını okumadan veya tamamlayamadan uyur da, sonra onu sabah namazı ile öğle namazı arasında okursa, gece okumuş gibi sevap kazanır.”

İmam Nevevî, Rizyazüs’salihin, İbadet Ve Hayırlı İşleri Devamlı Yapmak, Hadis No:155

 

Gece namazını kılamayan nasıl telafi etmelidir?

Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ağrı, sancı veya benzer bir sebeple gece namazını geçirirse, bir sonraki günün gündüzünde on iki rek’at namaz kılardı.

İmam Nevevî, Rizyazüs’salihin, İbadet Ve Hayırlı İşleri Devamlı Yapmak, Hadis No:157

 

Bu yolun yolcuları kimlerle oturup kalkmalıdır?

Dediler ki: ” Ya Resulüllah kimlerle oturup kalkalım?” buyurdu ki: ” Sorduğunuz zaman sizlere Allah’ı hatırlatan, sözleri amelinizi artıran, işleri sizi ahirete teşvik eden kimselerle kalkıp oturun.”

İmam Gazali, Kimya-yı Saadet,Allah için olan dostluk ve kardeşlik

Evliyanın keşif yolu ile elde ettiği bilgiler ile İslam alimlerinin bildirdikleri arasında ne fark vardır?

Hâce Bahâeddîn-i Nakşibend “kaddesallahu teâlâ sirrehül akdes” hazretlerinden (Sülûk niçin yapılıyor?) diye sorulduğunda, (Kısa, toplu olan bilgilerin genişlemesi, açıklanması ve akıl ile, düşünce ile bulunan bilgilerin, keşf ile, kalp ile anlaşılması için) buyurdu. İslâmiyyetin bildirdiği bilgilerden başka şeyler öğrenmek için demedi. Tasavvuf yolunda ilerlerken, islâmiyyette bulunmayan şeylerle karşılaşılmakta ise de, yolun sonuna varınca bu bilgilerin hepsi yok olur. Yalnız islâmiyyetin bildirdiği şeyler, açık ve geniş olarak bilinir. Aklın dar çerçevesinden kurtularak, keşfin sonsuz meydânına açılmak hâsıl olur. Ya’nî Peygamberimiz “sallallahu aleyhi ve sellem” bu bilgileri melekten aldığı gibi, bu büyükler de, bu bilgilerin hepsini, kalplerine gelen ilhâm yolu ile kaynaktan alırlar. Âlimler, bu bilgileri islâmiyyetten alırlar. Kısaca, topluca bildirirler. Bu bilgiler, Peygamberlere “aleyhimüssalavâtü vetteslîmât” keşif yolu ile geniş, uzun bildirildiği gibi, Evliyâya da böylece bildirilmektedir. Ancak Peygamberler “aleyhimüssalâtü vesselâm” asıldırlar, önce gidenlerdir. Evliyâ ise bunların arkalarında, izlerinde gelenlerdir. Evliyânın yükseklerinden pek azını “rahmetullahi aleyhim ecma’în” ancak yüzlerle sene sonra, birbirinden pek uzak zamânlarda seçerek, bu yüksek makâma kavuştururlar.

İmam Rabbani Hazretleri
İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 30. Mektup

 

Evliyanın keşif yolu ile edindiği bilgilerin hepsi doğru bilgi olarak kabul edilebilir mi?
Keşif yolu ile edinilen bilgilerin doğru olması, islâmiyyette açıkça anlaşılan bilgilere uygun olmaları ile ölçülür. Kıl kadar ayrılık sekirden(kendinden geçme dolayısıyla) ileri gelir. Din bilgilerinin doğrusu, Ehl-i sünnet vel-cemâ’at âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” anladıkları bilgilerdir. Bunlara uymamak yâ zındıklık ve ilhâddır, ya’nî doğru yoldan ayrılmaktır, yâhut sekir(kendinden geçme) hâlinde söylenmiştir.

İmam Rabbani Hazretleri
İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 30. Mektup

 

Nakşibendi yolunda aşk ve muhabbet amaç mıdır?

İnsan, kulluk vazîfelerini yapmak için yaratıldı. Bir kimseye başlangıçta ve ortalarda aşk ve muhabbet verilirse, onun Allahu Teâlâ’dan başka şeylere olan bağlılıklarını kesmesi için verirler. Aşk ve muhabbet de aranılacak, özenilecek şey değildir. Kulluk makâmına kavuşmak için birer aracıdırlar. Bir kimsenin Allahu Teâlâ’ya kul olması için, Ondan başka şeylere kul olmaktan ve bağlanmaktan tam kurtulması lâzımdır. Aşk ve muhabbet, bu bağlılıkları kesmekten başka bir işe yaramaz.

İmam Rabbani Hazretleri
İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 30. Mektup

 

Allah-u Teâlâ’dan bahsederken insan haddini ve acizliğini nasıl bilmesi gerekir?

Maddeden yapılmış olan, his organlarının esîri bulunan bir kimse, maddesiz olandan ve his organları ile anlaşılamayandan ne söyleyebilir? Yok iken sonradan yaratılmış olan bir kimse, hiç yok olmayandan ne anlayabilir? Maddeli, zamânlı ve mekânlı olan, maddesiz, zamânsız ve mekânsız olana nasıl yol bulabilir? Zavallı mahlûk, kendi âleminden dışarıya nasıl çıkabilir?

İmam Rabbani Hazretleri
İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 30. Mektup

 

Müslüman birine secde edenin men edilmesi gerekir mi?

Şunu da bildirelim ki, güvenilir birkaç kimsenin bildirdiklerine göre, (Şeyh Nizâmeddîn-i Tehânîserî e hitaben) halîfelerinizden birkaçına mürîdleri secde ediyorlarmış, yeri öpmekle kalmayarak kendilerine karşı secde yapıyorlarmış. Bu işin kötülüğü güneşten dahâ çok meydândadır. Bu işi yasak ediniz! Hem de çok sıkı yasak ediniz! Böyle işlerden herkesin sakınması lâzımdır. Hele başkalarına önderlik eden bir kimsenin böyle işlerden sakınması dahâ çok lâzımdır. Çünki, onun yolunda bulunanlar, onun yaptıklarını yaparlar ve bu belâya düşerler.

İmam Rabbani Hazretleri
İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 29. Mektup

 

Tarikat sohbetlerinde fıkıh kitabı okumanın önemi nedir?

Kıymetli toplantılarınızda(Şeyh Nizâmeddîn-i Tehânîserî e hitaben), tasavvuf kitâpları okunulduğu gibi, fıkıh kitâplarının da okunulması ve öğrenilmesi lâzımdır. Fârisî dilinde yazılmış fıkıh kitâpları çoktur. (Mecmû’a-i hânî) ve (Umde-tül-islâm) ve (Kenz-i fârisî) fıkıh kitâpları çok kıymetlidir. Hattâ tasavvuf kitâpları okunmasa da, zararı olmaz; çünki, tasavvuf bilgileri hâl ile, zevk ile, tadını tadarak elde edilir. Okumakla, dinlemekle anlaşılmaz. Fıkıh kitâplarını okumamak ise, zararlı olabilir.

İmam Rabbani Hazretleri
İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 29. Mektup

Farzların yanında nafilelerin önemi nedir?

İnsanı Allahu Teâlâ’nın rızâsına, sevgisine kavuşturacak işler, farzlar ve nâfileler olmak üzere ikiye ayrılır. Farzların yanında nâfilelerin hiç kıymeti yoktur. Bir farzı vaktinde yapmak, bin sene nâfile ibâdet yapmaktan dahâ çok faydalıdır. Hangi nâfile olursa olsun, ne kadar hâlis niyyet edilirse edilsin, ister namâz, oruç, zikir, fikir olsun, ister başka nâfileler olsun, hep böyledir. Hatta, farzları yaparken, bu farzın sünnetlerinden bir sünneti ve edeplerinden bir edebi gözetmek de, böyle çok faydalıdır.

Bir edebi gözetmek ve tenzîhî olsa bile, bir mekrûhtan sakınmak, zikrden ve fikrden ve murâkabeden ve teveccühden dahâ faydalıdır. Tahrîmî olan mekrûhtan sakınmanın faydasını, artık düşünmelidir. Evet, bu nâfile işler, farzları gözetmek ile ve harâmlardan, mekrûhlardan sakınmak ile birlikte yapılırsa, elbette dahâ güzel, çok güzel olur. Fakat böyle olmazsa, pek zararlı olur. Meselâ zekât olarak bir dank [ya’nî bir dirhemin dörtte birini ki, bir gram gümüş demektir] bir Müslümân fakîre vermek, nâfile olarak dağlar kadar altın sadaka vermekten ve hayrât, hasenât ve yardımlar yapmaktan kat kat dahâ iyidir, kat kat dahâ çok sevâptır. Bu bir dank zekâtı verirken, bir edebi gözetmek, meselâ, akrabâdan bir fakîre vermek de, nâfile iyiliklerden kat kat dahâ faydalıdır.

İmam Rabbani Hazretleri
İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 29. Mektup

 

Seyr-i Sulük derslerinde ilerlerken sünnet-i seniyeyi yaşamanın önemi nedir?

Rûhun, sırrın, hafînin ve ahfânın bütün kemâlâtına kavuşmak, ancak Peygamberlerin en üstününe uymakla olur “sallallahu aleyhi ve sellem”. Öyle ise, Ona uymak için ve Onun dört halîfesine uymak için çok çalışınız.İmam Rabbani Hazretleri
İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 24. Mektup

 

“Ebrârın hasenâtı, mukarreblerin seyyiâtıdır.” sözünü nasıl anlamak lazımdır?

Kul, kendi nefsini düşünmekten büsbütün kesilmedikçe Rabbini düşünemez. Allahu Teâlâ’nın sevgisi onun kalbine yerleşemez. Bu büyük nimet, ancak tam fenâ hâsıl olduktan sonra elde edilebilir. Mutlak olan Fenâ da, Tecellî-i zâtîye bağlıdır. Çünkü, ortalıktan karanlığın kalkması, ancak, parlak olan güneşin doğması ile olur. (Muhabbet-i zâtiyye) denilen bu sevgi hâsıl olunca, sevgilinin nimetleri ve elemleri, sevenin yanında eşit olur. Bu zaman, ihlâs hâsıl olur. Rabbine ancak Onun için ibâdet eder. Kendi nefsi için değil. İbâdeti, nimetlere kavuşmak için olmaz. Çünkü, ona göre nimetlerle azâplar arasında başkalık yoktur. İşte bu hâl mukarreblerin derecesidir.Ebrâr böyle değildir. Bunlar, Allahu Teâlâ’ya ni’metlerine kavuşmak için ve azâbından korktukları için ibâdet ederler. Bu iki dilekleri ise, nefislerinin arzûlarıdır. Çünkü bunlar, Allahu Teâlâ’nın zâtını sevmek saâdetine kavuşmamışlardır. Bunun için (Ebrârın hasenâtı, mukarreblerin seyyiâtı olmuştur). Çünkü, ebrârın hasenâtı, bir bakımdan hasenâttır. Başka bakımdan seyyiât olur. Mukarreblerin hasenâtı ise, her bakımdan hasenâttır. Yanî iyiliktir.

İmam Rabbani Hazretleri
İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 24. Mektup

 

Müslüman biri kafirlerin kullandığı bir ismi kullanabilir mi?

Şâ’irlerden birinin, bir kâfir ismini soyadı aldığını işittim. Hem de, kendisi seyyidlerden, sevmemiz lâzım gelen büyüklerden biridir. Keşke bunu duymasaydım. Bu alçak ismi acabâ niçin aldı? Bir türlü anlayamıyorum. Böyle isimleri almaktan, korkunç arslanlardan kaçmaktan, dahâ çok kaçmak lâzımdır. Böyle isimleri, her çirkinden dahâ çirkin görmek lâzımdır. Çünkü, bu isimler ve onların sâhipleri, Allahu Teâlâ’nın düşmanlarıdır. Onun Peygamberinin “sallallahu aleyhi ve sellem” düşmanlarıdır. Müslümânların, bütün kâfirleri düşman bilmesi emr olunmuştur. Bu gibi pis isimleri, evlâdına koymamaları, her Müslümân’a vâciptir. Müslümân olana, Müslümân ismini koyması yakışır. Allahu Teâlâ’nın sevdiği ve Onun Peygamberinin “sallallahu aleyhi ve sellem” beğendiği, İslâm dîninde bulunmakla şereflenmiş bir kimsenin hâline uygun da, ancak budur.Tirmizî ve İbni Mâce “rahmetullahi aleyhimâ” bildiriyor: Abdullah bin Ömer “radiyallahu anhümâ” buyurdu ki, (Hazret-i Ömer’in bir kızının adı Âsiye ya’nî isyân edici idi. Resûlullah “sallallahu aleyhi ve sellem”, onu değiştirdi. Cemîle yaptı). Bunlar gibi, dahâ birçok insan, yer ve sokak ismini değiştirerek, Müslümân’a yakışan isimler takdığını Ebû Dâvud bildirmektedir. Hadîs-i şerîfte, (Kötü zan altında kalınacak yerlerden kaçınız!) emrolundu. Dinsizlik alâmeti olan ve bu zannı uyandıran isimleri koymaktan, kaçınmak, her Müslümân’ın vazîfesidir.

İmam Rabbani Hazretleri
İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 23. Mektup

 

Gençlerin eğitiminde nasıl bir yol izlemek lazımdır?

Toprak gibi yetiştirici kuvveti işletmemek, oraya bir şey ekmemekle veya zararlı, zehirli tohum ekmekle olur. Bu ikincisinin zararı, bozukluğu, birincisinden kat kat daha çoktur. Zehirli bozuk tohum ekmek, dini, din derslerini, dinden haberi olmayanlardan öğrenmek ve din düşmanlarının kitaplarından [mecmû’alarından] okumaktır. Çünkü, din cahilleri, nefsine uyar, keyfi peşinde koşar. Dini, işine geldiği gibi söyler. Karşısındakinin de nefsini azdırır ve kalbini karartır. Çünkü, din cahilleri, din dersi verirken , islamiyete uygun olmayanı uygun olandan ayıramaz. Gençlere neleri ve nasıl anlatmak lâzım geldiğini bilemez. Kendi gibi, talebesini de cahil yetiştirir. Birçok şeyler okuyup ezberlemekle, insan din adamı olamaz ve din bilgisi veremez.Bir din âlimi, gençlere din öğreteceği zaman, bunlara önce, dinsizler, islam düşmanları tarafından şırınga edilen, yanlış propagandaları, iftiraları anlayıp, anlatıp, onların temiz ve körpe kafalarını bu zehirlerden temizler. Zehirlenen ruhlarını tedavî eder. Sonra, yaşlarına, anlayışlarına göre, islamiyeti ve meziyetlerini, faydalarını, emirlerindeki ve menlerindeki hikmetleri, incelikleri ve insanlığı saadete ulaştırdığını, onlara yerleştirir. Böylece gençlerin rûh bahçelerinde dertlere deva, ruhlara gıda olan nefis çiçekler yetişir. Böyle bir din âlimini ele geçirmek, en büyük kazançtır. Onun bakışları, ruhlara işler. Sözleri, kalplere tesîr eder. Din-i islamı, hazır lokum gibi yutmak, susuz kalmış iken, soğuk şerbet içip ciğerlerine kadar serinleyebilmek, ancak böyle bir Allah adamının sunması ile mümkündür. Allah-u Teâlâ, hepimizi Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın doğru yolundan ayırmasın! Âmîn.

İmam Rabbani Hazretleri
İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 23. Mektup

 

Nakşibendi yolu hep Nakşibendi ismi ile mi anılagelmiştir?

Nakşibendiye tarikat silsilesi, Hazret-i Ebûbekir (r.a)’den Ebû Yezid Bistâmi (k.s) Hazretleri’ne kadar “Sıddîkıyye”,Bistâmi (k.s) Hazretleri’nden Abdülhâlik Gucdüvâni (k.s) Hazretleri’ne kadar “Tayfûriyye”,

Gucdüvâni (k.s) Hazretleri’nden Muhammed Bahâüddin-i Nakşibend (k.s) Hazretlerine kadar “Hâcegâniyye,

Bahâüddin-i Nakşibend (k.s) Hazretleri’nden Ubeydüllah-ı Ehrar (k.s) Hazretlerine kadar “Nakşibendiyye”,

Ubeydüllah-ı Ehrar (k.s) Hazretleri’nden İmam Rabbâni Ahmed Fârûki Serhendi (k.s) Hazretlerine kadar “Nakşibendiyye-i Ahrâriyye”

İmam Rabbâni (k.s) Hazretlerin’den Şemseddin Mazhar-ı (k.s) Hazretlerine kadar “Nakşibendiyye-i Müceddidiyye”,

Şemseddin Mazhar-ı (k.s) Hazretlerinden Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdi (k.s) Hazretlerine kadar “Nakşibendiyye-i Mazhariyye”,

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdi (k.s) Hazretleri’nden sonra ise “Nakşibendiyye-i Hâlidiyye” olarak anılmıştır.

Muhammed Mâsum el-Ömeri el-Müceddidî Hazretleri, Allah Dostlarının Dereceleri Yedi Sır, Sayfa 267-268

 

Nakşibendi Tarikatının amacı nedir?

“Biz Hakk’ın talibiyiz. Maksadımız da Muhammed Mustafa caddesinde sünnete tabi olmak, hakkı batıldan ayırmaktır.”
Şah-ı Nakşibend HazretleriEkrem Sağıroğlu, Şah-ı Nakşibend Muhammed Bahaeddin Buhari, Sayfa 78

 

Nakşibendi Tarikatının şeriat ehli alimlere bakış açısı nedir?

Şah-ı Nakşibend Muhammed Bahaeddin Hazretleri zamanının alimlerinden olan Mevlana Hamidüddin’e şöyle demiştir;

“Sizler asrın önderlerisiniz. Kitabın hükmünü sizden almak gerekir. Resulüllah sallallahu aleyhi vesellem’in hadislerini ve ashabın âsar ve ahbarını sizlerden öğrenmek gerekir. Ayrıca tarikatımızın size arzedilmesi de mutlaka gereklidir. Eğer sünnete uygun ise onunla amel edip ona sarılmak, değilse ondan yüz çevirmek bize düşen hareket tarzı olmalıdır.”

Ekrem Sağıroğlu, Şah-ı Nakşibend Muhammed Bahaeddin Buhari, Sayfa 78

 

Allah sevgisinden uzak olmanın belirtisi nedir?

“Kalbini rahat, göz yaşlarını kuru, aklını yerinde bulduğun zaman Hak(C.C) sevgisinden uzak sayılırsın.”Bâyezid-i Bistâmi Hazretleri

Abdülmecîd Hânî, Hadâiku’l Verdiyye, Sayfa 414

 

Bu yola yeni girenlerin gördüğü güzel rüyaların anlamı nedir?

“Şurası bilinmelidir ki ehl-i sulûk, önce güzel rüyalarla terbiye edilir. Gece rüyasında gördüğü her şey, gündüz açığa çıkar. Muhammed Mustafa (S.A.V) de altı ay bu şekilde idi. Hadis-i şerifte de buyrulduğu üzere, gündüz vakti gördüğü rüyalar gerçekleşirdi.”
Yakub-i Çerhi HazretleriYakub-i Çerhi, Ney Name, Sayfa 60

 

Devlet büyüklerine iyiliği emretmede çekingenlik gösterilir mi?

Abdullah-ı Dehlevi insanlara Allahü Teâlânın emirlerini hatırlatır yasak ettiklerinden kaçınmaları için azamî gayret gösterirdi. Yanî emr-i ma’rûf, nehy-i anil münker ederdi. Zamanın pâdişâhına dahî çekinmeden emr-i ma’rûfda bulunurdu. Bir defasında Nevvâb Şimşir Behâdır Hân, Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin huzûruna hıristiyan kıyâfeti giyerek gelmişti. Abdullah-ı Dehlevî, onu o hâlde görünce çok üzüldü ve; “Bir daha bunu giymeyin! buyurdu. O da; “Eğer bana emr-i ma’rûf yaptıysanız bir daha buraya gelmem” deyince; “Allahü teâlâ sizi, bizim evimize getirmesin” buyurdu. Behâdır Hân, hak söze âşık olan kimselerdendi, önceki sözünden vazgeçerek Hristiyan kıyâfetini çıkarıp çöpe attı. Abdullah-ı Dehlevî’nin elini öptü ve onun en bağlı talebeleri arasına girdi.İslam Alimleri Ansiklopedisi, Abdullah-ı Dehlevi

 

Yanımızda gıybet eden birine yumuşak bir dille nasıl ikazda bulunmalıyız?

Abdullah-ı Dehlevî (Hz.)’nin meclisinde dünyâ kelâmı konuşulmazdı. Birisi gıybet etse ona; “Kötülenmeye lâyık olan benim” buyururdu.İslam Alimleri Ansiklopedisi, Abdullah-ı Dehlevi

 

Sevabı vefat etmiş büyüklerin ruhlarına olmak üzere yemek verilebilir mi?

Abdullah-ı Dehlevi hazretleri sevâbı, “Silsile-i aliyye” büyüklerinin rûhlarına olmak üzere, tatlı ve yemekler hazırlatır, fakirlere dağıtırdı.İslam Alimleri Ansiklopedisi, Abdullah-ı Dehlevi

 

Bir hayvanın hürmetine Allah’tan bir şey istenir mi?

Abdullah-ı Dehlevî hazretleri, yüksek makamlar, dereceler sahibi olduğu hâlde, devamlı kırıklık ve tevâzu içinde yaşardı. Bir gün karşıdan gelen bir köpeğe bakarak; “Yâ Rabbî! Şu mahlûkun hürmetine bana merhamet eyle. Her taraftan talebeler akın akın Allahü Teâlâya kavuşmak için geliyor. Bizi vesile ve vâsıta yapıyorlar. Hâlbuki, ben o gelenlerin hatırı için Rabbimden istiyorum” buyurdu.İslam Alimleri Ansiklopedisi, Abdullah-ı Dehlevi

 

Benliği çocuk yaşlarda yok etmek mümkün müdür?

Abdullah-ı Dehlevî beş-altı yaşına geldiğinde, kendisine Ali demekten haya edip; Gulâm-ı Ali yanî Ali’nin hizmetçisi dedi ve “Gulâm Ali” olarak tanındı.İslam Alimleri Ansiklopedisi, Abdullah-ı Dehlevi

 

Bu yolun yolcuları için Ramazan ayının önemi nedir?

Bütün sene boyunca gelen cümle hayırlar ve bereketler; bu ayın, bereketleri denizinden bir damladır. Ama, kime olursa olsun; hangi yönden gelirse gelsin.. Bu ayın kadri o kadar yücedir ki: Sonu yoktur.
Bu ay içinde olan birlik ve beraberlik, yıl boyu sürecek birlik ve beraberliğe sebeptir. Aynı şekilde, bu ay içindeki ayrılık, yıl boyu sürecek ayrılığa sebep olur.
Saadetler olsun o kimseye ki: Ramazan ayı, kendisinden razı olarak ayrılır. Yazıklar olsun o kimseye ki: Ramazan ayı, kendisine dargın gider. Dolayısı ile, bereketleri elde etmeye bir vasıta sayarak Ramazan ayı ile, Kur’an-ı Kerim hatmini bir araya getiren kimse için ümit edilir ki: Onun bereketlerinden mahrum kalmaya; hayırlara kavuşmasına engel olmaya..
Bu aya mahsus olan bereketler, başkalarına benzemez. Bu ayın gecelerindeki hayırlar da, başkaları ile kıyaslanamaz.
Akşam, iftarda acele etmenin; sahurlardaysa, ağır davranmanın hikmeti ve sırrı bu olsa gerek. Böyle olur ki: Gecenin ve gündüzün tüm cüzlerindeki imtiyaza ermek hâsıl ola..İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 4. Mektup

 

Nakşibendi tarikatında yürümeyi beceremeyen bir ihvan nasıl devam etmelidir?

İhvandan bazıları var ki; mukarrebin (Yüce Hakka yakın olanlar) yolu ile hiç bir münasebetleri yoktur. Bunların haline uyan, ebrar (iyi amellere devam) yoludur. Yakin babında elde ettikleri bir şey varsa., o bir ganimettir.İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 3. Mektup

 

Zikir esnasında kalbi zorlamak faydalı mıdır?

Bazı cahil müridler, “Allah” lafzını zorla kalbine ilka eder, sokmaya çalışırlar. Kalp ile zikir arasını serbest bırakmazlar ki, kalp bizzat kendiliğinden Allah Teâlâ’yı zikretmekle meşgul olsun. Yine bu kimseler, zikredilen Cenâb-ı Hakk’ı mülahaza etmeye dalmazlar ki kendileri için “gaybet” (kendinden geçme hali) meydana gelip Allah Teâlâ dışında her şeyi unutsunlar. Halbuki zikrini zorla yapan bu müridler, şayet elli sene bu şekilde meşgul olsa yine de maksuda ulaşamazlar ve güzel bir hale kavuşamazlar. Nitekim Hz. Ali (radıyallahu anh), “Kalp zorlandığı zaman, kör olur” buyurmuştur.Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî, Hâlidiyye Risâlesi, Sayfa 90

 

Kalp perdesi nedir?

İnsanın kalbi parlak bir ayna gibidir. Kötü ahlak ise duman ve zulmet (karanlık) gibidir. O aynayı karartıp Allah u Teala’yı görmekten alıkoyar. Araya perde olur. Güzel ahlak ise kalbe erişip o aynayı günah zulmetinden temizleyen bir nurdur, ışıktır. Bunun içindir ki Rasulullah(S.A.V), “Her günahtan sonra bir sevap işle ki onu yok etsin.” buyurmuştur. Kıyamet gününde Hak’ın huzuruna gelen ya parlaktır yahut karadır. Ayette “Allah’a temiz bir kalple gelenden gayrısı kurtulamaz.” (Şuara, 88-89) buyrulmuştur.İnsanın kalbi yaratılışın başlangıcında ayna yapılan madene benzer. Eğer gereği gibi onu muhafaza edip itina gösterirse bütün alemi görecek bir ayna haline gelebilir. Eğer gereği gibi korumazsa pas tutar, harap olur, ayna yapılacak yeteneği kalmaz. Bunun için Allah u Teala buyurur ki, “Hayır, hayır, onların kazandıkları kalplerini paslandırıp kirletmiştir.” (Muttassıfin, 14)

İmam Gazali, Kimya-yı Saadet, Kalp Perdesinin Açılışı, 1. Cilt, Sayfa 41

Kalp perdesinin açılması nasıl olmaktadır?

Gönül penceresinin, uyumadan ve ölmeden melekût âlemine açılmayacağı zannedilmemelidir. İşin hakikati bu değildir; belki, uyanıklık halinde bile bir kimse, nefsini riyazete (az yemek, içmek) alıştırır; kalbini gazap, şehvet ve kötü huylardan temizler; ıssız bir yerde oturur; gözlerini yumar, duyularını çalıştırmaz; kalbiyle melekût âlemi arasında münasebet kurar; daima ALLAH’ı anıp sadece diliyle değil, kalbinin içinden ALLAH, ALLAH der ve bu hâl, ALLAH’tan başka herşeyden ve hattâ kendinden bile habersiz olacak mertebeye varırsa, gönül penceresi açılır ve başkalarının uyku halinde gördüklerini o, uyanıklık halinde görür. Yerdeki ve gökteki melekût ona açılmaya başlar.Kendisine bu yol açılan kimse, her türlü tarif ve ifadeye sığmayan büyük haller görür.

Böylelikle kalp, insanların düşmanlığından, duyusal varlıklarla uğraşmaktan insanı temizler. Tasavvufçulann yolu budur ve peygamberliğin başlangıcı da budur. Öğretim yolu ile ilim öğrenmek ise, âlimlerin yoludur. Bu da büyük bir yol ise de, peygamberlik yoluna nisbeten basittir. Peygamberlerin ve velilerin ilmine nazaran az birşeydir. Zira peygamberlerin ve velilerin ilmi, insanların öğretmesi vasıtasıyla değildir. Belki, Hazret-i Hak ve Feyyaz-ı Mutlak tarafından onların kalbine taşar. Bu yolun doğruluğu bütün insanlara tecrübe ile malum ve aklî deliller ile sabit olmuştur.

İmam Gazali, Kimya-yı Saadet, Kalp Perdesinin Açılışı, 1. Cilt, Sayfa 45,46