İbretlik Dersler

Çok ihsânlara ve iyiliklere kavuşturan nasihat
Süfyân-ı Sevrî hazretleri, bir gün Ca’fer-i Sâdık’ın evine gitmişti. Huzûruna girip görüşmek için izin istedi. Kendisine izin verdi. Yanına geldiği zaman O’na dedi ki: “Ey Süfyân! Sen, zaman zaman sultan ile görüşüyorsun. O seni arıyor, sen de ona gidiyorsun. Ben ise, mümkün mertebe sultandan uzak duruyorum. Zamanın hâli bunu icâb ettiriyor. Yanımdan hemen çık, git”
“Bana bir hadîs-i şerîf nakletmedikçe buradan ayrılmayacağım, ey İmâm! Senden nasîhat alacak bir hadîs-i şerîf işitip gideyim.”
“Çok sözün sana faydası yoktur. Ben babamdan, o da babasından, dedem de babasından rivâyet ederek Resûlullahdan ( aleyhisselâm ) bildirilen üç şeyi anlattı:
Allahü teâlânın ni’metine kavuşan ve bu ni’metin devamlı olmasını isteyen kimse, Allaha hamd ve şükrünü çoğaltsın! Zira Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde İbrâhîm sûresi onuncu âyetinde, “Ni’metlerimin kıymetini bilir, emrettiğim gibi kullanırsanız, onları arttırırım. Kıymetini bilmez, bunları beğenmezseniz, elinizden alır, şiddetli azâb ederim”buyurdu.
Bir kimse, rızkı azaldığı zaman çok tövbe ve istiğfar etsin! Zîrâ Allahü teâlâ Nûh sûresinde tövbe ve istiğfar edenlerin, günâhlarını bağışlayacağını ve rızıklarını arttıracağını va’dediyor.
Bir kimse sultandan veya herhangi şeyden bir sıkıntı görürse ve bir belâya düçâr olursa “Lâ havle velâ kuvvete illâ billah-il-aliyyil-azîm” desin.
Bunun üzerine Süfyân-ı Sevrî, İmâm-ı Ca’fer’in elini tuttu ve O’na dedi ki: “hepsi bu üçü müdür?”
“Bunları iyi anla! Allahü teâlâya yemîn ederek söylüyorum ki, bunları yaparsan çok ihsânlara, iyiliklere kavuşursun.”
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Ca’fer-i Sâdık Hazretleri

 
Allah dostlarının muhafaza edilmesi
Zamanın hükümdârı bir gece vezirine dedi ki: “Hemen git, İmâm-ı Ca’fer’i buraya getir. Onu hemen öldürmek istiyorum.”
Vezir: “Evinde oturmuş, gece-gündüz ibâdetle meşgûl olan, devlet işlerine karışmayan bu kimseyi öldürmekten vazgeç!” Vezir, hükümdârı bundan vazgeçirmek için epey dil döktü. Fakat ikna edemedi. Mecbûren gidip çağırdı. Vezir çağırmaya gidince hükümdâr cellâtlara emir verdi.
“İmâm-ı Ca’fer içeri girince, ben başımdan külahımı çıkardığım zaman hemen başını vuracaksınız!”
Bir müddet sonra, İmâm-ı Ca’fer-i Sâdık hazretleri içeri girdi. Hükümdâr bunu görünce, derhal ayağa kalktı. Büyük bir tevâzu ile O’nu karşıladı. Koltuğuna oturttu. Kendisi edeble karşısına diz çöküp oturdu. Cellâtlar ve hizmetçiler şaşırıp kaldılar. Hazreti İmâma:
“Efendim, benden bir emriniz, isteğiniz olursa hemen emredin, yapayım” dedi.
Hazreti İmâm buyurdu ki: “Senden bir ricam yok. Beni bir daha yanına çağırma! Rabbime ibâdetten beni alıkoyma, başka bir şey istemem.”
Gitmek üzere ayağa kalktı. Hükümdâr, izzet ve ikramla onu uğurladı. Hazreti İmâm gittikten sonra vücûdunda bir titreme oldu, bayılıp düştü. Kendine gelince, veziri sordu: “Bu ne hâldir. Hani o zâtı öldürtecektiniz?”
Hükümdâr cevap verdi: “Hazreti İmâm içeri girince, yanında büyük bir arslan gördüm. Lisân-ı hâl ile bana, “Onu incitirsen seni parça parça ederim” diyordu. Bunu görünce ne yapacağımı şaşırdım.
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Ca’fer-i Sâdık Hazretleri

 
Kendine değer vermeme
Hazreti İmâm mütevâzi ya’nî çok alçak gönüllü idi. Kimseyi incitmezdi. Her mü’mini kendisinden daha kıymetli bilirdi. Bir gün kölelerini çağırdı. Onlara dedi ki: “Geliniz, sizinle sözleşelim. Kıyâmet günü içinizden hanginiz kurtulursa, onun diğerlerine şefaatçi olması için birbirimize söz verelim!” “Ey Allahü teâlânın Resûlünün evlâdı! Sizin bizim şefaatimize ihtiyâcınız yoktur. Dedeniz Muhammed aleyhisselâm, bütün insanların ve cinlerin şefâatçisidir.” “Ben bu amellerimle, işlerimle yarın kıyâmet gününde ceddimin yüzüne bakmaya utanırım” buyurdu.
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Ca’fer-i Sâdık Hazretleri
 

Allah dostlarının birbirine mütevazılığı
Bir gün devrin meşhûr âlim ve zâhidlerinden Dâvûd-i Tâî, Ca’fer-i Sâdık’ın ( radıyallahü anh ) yanına gelmişti. O’na dedi ki: -Ey Peygamberin “aleyhisselâm” torunu! Bana bir nasîhat ver. Çünkü kalbim karardı. O da buyurdu ki:
“Ey Dâvûd! Sen, zamanımızın en zahidi, Allahtan en çok korkanısın. Benim nasihatime ne ihtiyâcın var?”
“Ey Resûlullahın torunu. Sizin bütün yaratılmışlara üstünlüğünüz var. O büyük Peygamberin kanı damarlarınızda dolaşmaktadır. Onun için herkese nasîhat vermeniz, üzerinize vâcibtir, borçtur.”
“Ey Dâvûd! Ben kıyâmet günü gelince, ceddim olan Muhammed “aleyhisselâmın” elimden yakalayıp: “Niçin bana hakkıyle uymadın?” demesinden korkuyorum. Bu işler, nesep (soy) işi değil, ibâdet ve amel İşidir. Dâvûd-i Tâî bu sözleri duyunca ağlamaya başladı ve dedi ki: “Yâ Rabbi! Onun varlığı Peygamberlik; soyundan meydana gelmiştir. Sözleri yaşayışı herkese senettir, delîldir. Dedesi Resûl) aleyhisselâm, annesi Betûl (Hazreti Fâtıma evlâdından) olduğu halde, böyle düşünürse, Dâvûd da kim oluyor ki, yaptıklarının bir Kıymeti olsun!”
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Ca’fer-i Sâdık Hazretleri
 

Kimi seversen onunla berabersin
Bundan sonra Emîr Külâl, talebelerinden ayrılıp, husûsî odasına geçti. Üç gün, üç gece dışarı çıkmadı. Sonra dışarı çıktı. Meclisinde toplananlar, neden üç gündür dışarı çıkmadığını sordular. Buyurdu ki: “Üç geceden, beri, benim ve talebelerimin hâli nasıl olur? diye düşünüyordum. Gaybden kulağıma bir ses geldi. Şöyle deniliyordu: “Ey Emîr Külâl! Kıyâmet gününde seni senin talebelerini dostlarını, sizin mutfağınızdan uçan bir sineğin üzerine konduğu kimseleri bile affettim.” Allahü teâlâ, fadlından ve kereminden ihsân etti” dedi. Bunları söylediği Perşembe günü sabaha doğru vefât etti.
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Seyyid Emîr Külâl Hazretleri
 

Evliyayı imtihan etme
Bir defasında Buhârâ’da bulunan âlimler hep birlikte Emîr Külâl’i ziyârete gitmeye karar verdiler. Kendi kendilerine dediler ki: “Eğer Emîr Külâl gerçekten evliyâ ise, her birimize birer kızarmış kaz, hizmetçilerimize de ördek ikram eder.” Aralarında bulunan Havend Şah, ayrıca şöyle der: “Kazı önüme koyduğu zaman, onu parçalayarak yemem için, bana bir de bıçak vermesini beklerim.” Bu düşüncelerle, ziyâret için yola çıktılar. Bu sırada Emîr Külâl’in oğlu Seyyid Hamza, babasına çok miktarda kaz ve ördek getirdi. Babası ona duâ edip; “Ey oğlum! Buhârâ’da bulunan meşhûr kimseler, bize gelmek üzeredirler. Hatırlarından geçen ve düşündükleri şeyler var. Sen, şimdi kazları ve ördekleri hemen pişir ve onları bekle” dedi. Nihâyet misâfirler, Emîr Külâl’in evine gelip oturdular. Bir müddet sonra Seyyid Hamza sofrayı kurup, gelenlerin akıllarından geçirdikleri gibi, önlerine pişmiş kaz ve ördekleri koydu. Bana bir de bıçak verilmesini isterim diye düşünen Havend Sah’a da bir bıçak verdi. Yemeğe başladılar. Havend Şah, verilen bıçak ile kazı parçalayıp yiyordu. Bir ara, verilen bıçağı kullanırken elini kestirdi Devamlı kan akıyor, bir türlü kesilmiyordu. Bu arada hemen Emîr Külâl içeriye girip, elini kestiren adama; “Sakın bir daha dervişleri imtihan etmeye kalkışma” dedi. Sonra diğerlerine dönüp; “Siz bu kazları benim hazırladığımı zannetmeyin. Bunları size, Emîr Hamza getirip, hazırladı. Siz onun mertebesine bakın. Bu yolun büyüklerinin âdeti şöyledir ki, her ne iyilik hâsıl olmuşsa, onu kendinden bilmezler” buyurdu. Bunun üzerine gelenler, böyle düşünerek gelmekle çok hatâ ettik dediler. Yaptıklarına pişman oldular. Emîr Külâl’in büyüklüğünü görerek, hayran, olup onu sevdiler.
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Seyyid Emîr Külâl Hazretleri
 

Evliyalardan dünyalıkların istenmesi değil, ahirette nasıl kurtulacağının öğrenilmesi
Nakledilir ki, Emîr Külâl hazretleri bir imâret yaptırmakta idi. Bu binanın inşâsı için pekçok kimse toplanmış çalışıyordu. Birgün Emîr Külâl, aniden evine gitti. O gidince, orada çalışanlar dediler ki: “Emîr Külâl gerçekten evliyâ ise, bizim her birimize birer sıcak ekmek verir. Bir müddet sonra Emîr Külâl geldi Yanında hiçbir şey yoktu. Yerine oturunca, binanın inşâsında çalışanlardan ba’zıları bir birine; “Eğer evliyâ olsaydı, bizim arzu ettiğimiz şeyi getirirdi” diyerek, aralarında konuşmaya başladılar. Daha sonra onlar böyle konuşurlarken, Emîr Külâl hemen ayağa kalkıp; “Ey tahammülsüzler, işte istediğiniz” diyerek, elini koltuğunun altına sokup, herbirine sıcak bir ekmek çıkarıp verdi. Onlar da söyledikleri sözlerden dolayı pişman olup, tövbe ettiler. Bundan sonra, Emîr Külâl hazretleri onlara buyurdu ki: “Ey dostlarım, biz arzu ederiz ki, siz bizden âhıreti, âhırette kurtulmayı taleb ediniz. Nefsinizin isteklerini terkediniz ki, âhırette utanıp, mahcûb olmayasınız. Eğer şükr ederseniz, Allahü teâlâ size her istediğinizi ihsân eder. Bu dünyâda ne yaparsak âhırette onun karşılığını bulacağız. Ey dostlar, dikkat ediniz ve uyanık olunuz! Bir kimse hevâ ve hevesinden vazgeçmedikçe, tuzağına av düşmeyen ve eli boş kalan avcı gibidir. Eğer insan, Allahü teâlâyı unutur, gaflete dalarsa, belâya ve musibete düşer. Yazıklar olsun ki, ömür bitmek üzere olduğu hâlde, insan dünyalık olan şeylere dalmış, nefsinin esîri olmuş ve âhıret yolculuğunu unutmuş, ihmâl etmiştir.
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Seyyid Emîr Külâl Hazretleri
 

İhlassız yapılan amel
Nakledilir ki, Emîr Külâl kendine âit bir yerde dergâh inşâ ettiriyordu. Çalışanlardan biri, kendi kendisine; “Hiç kimse birşey getirmiyor” dedi. Henüz aradan az bir zaman geçmişti ki, bir adam geldi Çok miktarda ekmek ve üzüm getirdi. Emîr Külâl hazretlerinin huzûruna varıp, gece gündüz diş ağrısı çekmekteyim. Sizin duânızı almak için geldim, bana yardımcı olunuz, takatim kalmadı dedi. Emîr Külâl, gelen adama; “Yanıma yaklaş bakayım, hangi dişin ağrıyor?” dedi. Adam yaklaştı. Emîr Külâl parmağını ağzına sokup, ağrıyan dişinin üzerine koydu. Sonra İhlâs sûresini okudu. Gelen kimsenin diş ağrısı kesilip, hiç hastalanmamış gibi oldu. Bundan sonra Emîr Külâl hazretleri buyurdu ki: “Ey dostlar! İhlâslı olunuz, (her işinizi Allah rızâsı için yapınız) ki, halas bulasınız, kurtulasınız. İhlâssız yapılan amel, üzerinde pâdişâhın mührü bulunmayan para gibidir. Üzerinde pâdişâhın sikkesi bulunmayan parayı kimse almaz. Üzerine mühür vurulanı ise herkes alır. İhlâs ile yapılan az amel, Allahü teâlâ indinde çok amel gibidir. İhlâssız yapılan çok amelin ise, Hak katında kıymeti yoktur. Yaptığınız her ibâdeti ve işi, ihlâs ile yapınız ki, Allahü teâlâya yakın ve rızâsını kazananlardan olasınız. Ey dostlarım! İhlâs ile amel yaparsanız korkmayınız bu size âhırette i’tibâr ve şereftir. Eğer tama’ sahibi değilsen (dünyâya düşkün değilsen), sonunda varacağın yeri düşün. Merd o kimsedir ki, önce iyice düşünür, sonra amel etmeye başlar. Böylece, sonunda yaptığı işten utananlardan olmaz.”
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Seyyid Emîr Külâl Hazretleri

Keramet ile mucizenin benzerliği
Emîr Külâl bir defasında, Buhârâ’da Cum’a namazı kılmak için talebeleriyle Buhârâ’ya gidiyordu. Buhârâ’ya vardıklarında, Emîr Külâl dedi ki: “Ey dostlarım, Şeyh Muhammed Agâî Bazergân, şu ânda Belh şehrinde vefât etti.” Bu söze şaşanlar oldu. Çünkü kendisi Buhârâ şehrinde olduğu hâlde, Belh şehrindeki bir hâdiseyi haber veriyordu. Bu söze hayret edenlere buyurdu ki: “Biliniz ki Allahü teâlâ, Resûlü Muhammed aleyhisselâma tam tâbi olan kullarına öyle dereceler ihsân eder ki, her zaman doğuda ve batıda ne vukû’ bulursa, gözlerinin önünde görüp bilirler. Belh şehrinin uzaklığı nedir ki.” Bunun üzerine talebeleri, o günün târihini yazdılar. Daha sonra gördüler ki, Emîr Külâl hazretlerinin işâret ettiği gün, o zât vefât etmişti.
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Seyyid Emîr Külâl Hazretleri
 

Allah dostunun dünyaya yayılmış talebeleri
Nakledilir ki birgün Emîr Külâl hazretleri talebeleri ile oturmuş sohbet ediyordu. Bu sırada içeriye güzel yüzlü bir genç girdi. Hiçbir şey söylemeden oturdu. Orada bulunanlar, onu hiç tanımıyorlardı. Bir ara Emîr Külâl hazretleri ona bakıp; “Tamâm oldu mu?” dedi. Gelen genç de; “Bir açıklık kalmıştı, o da tamamlandı” dedi. Gelen genç biraz oturup, gitmek üzere kalktı, birşey söylemeden kapıya doğru yürüdü. Orada bulunanlardan bir kısmı, gencin yanına koşup, yakalayıp konuşmak istediler. “Sen kimsin? Gelince birşey söylemedin ve giderken müsâade istemedin. Emîr Külâl’e; “Bir yer kalmıştı, o da tamamlandı” dedin. Bu hâlin ne ve bu, sözün ma’nâsı nedir? Bunları bize açıkla ve kendini tanıt” dediler. Bunun üzerine genç dedi ki: “Ben, Rûm vilâyetindenim ve Emîr Külâl’in talebelerindenim. Bizim memleketimizde bir câmi yapılıyordu ve bu câmi inşâsı ile Emîr Külâl hazretleri ilgileniyordu. Bitince haber vermemizi emretti. Câmi tamamlandı, ben de haber vermek üzere geldim” dedi. Bunları dinleyince, çok şaşırıp; “Nasıl olur? Biz onun talebeleriyiz ve hocamız Rûm diyarına gitmedi” dediler. Gelen genç; “Ben de onun talebesiyim, hergün arkasında namaz kılarım. Bizim memleketimizde çok talebesi ve tanıyıp seveni vardır” dedi. “Peki girince neden selâm vermedin ve giderken neden izin istemedin?” dediklerinde; “Bunları kalben söyledim” dedi. Ayrılırken de; “Bizim karşımıza mühim bir iş çıktığı zaman, Emîr Külâl hazretleri gelir. Bizim memleketimizde, sizin burada olduğundan daha meşhûr ve daha çok tanınıp sevilmiştir” dedi. Bunları dinleyen talebeleri, Emîr Külâl hazretlerinin tasavvuftaki derecesinin yüksekliğini ve tasarrufunun çokluğunu görüp, ona sevgi ve bağlılıkları kat kat arttı.
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Seyyid Emîr Külâl Hazretleri

Ricâl-ül-gaybın evliyaları
Emîr Külâl hazretlerinin talebelerinden biri, bir gece kendinde bambaşka bir hâl hissedip; “Hocamın yanına gideyim, bakalım benim hakkımda ne emreder ve ne buyurur?” diye düşündü. Sonra, Emîr Külâl’ın yanına gitti. Bu talebesi şöyle anlatmıştır: “Gece vakti, varıp hocamın odasına girdiğimde, kalabalık bir cemâat vardı. Hayret ettim. Bunlar, hiç görmediğim ve tanımadığım kimseler idi. Kalabalıktan oturacak yer kalmamıştı. Herkes başını eğmiş, sessizce oturuyordu. Ben de başka bir yere oturarak başımı yere eğip beklemeye başladım. Bir müddet böyle durdum. Sonra başımı kaldırıp baktım ki, odada hocam Emîr Külâl’den başka hiç kimse görünmüyordu. Hocam bana bakıp; “Sana müjdeler olsun, şimdi sen artık maksada kavuştun, ama bunu gizli tut” buyurdu. Bundan sonra hocama; “Burada gördüğüm, sonra da birdenbire kaybolup görünmez olan zâtlar kimler idi?” diye sordum. Buyurdu ki: “Bunlar ricâl-ül-gayb denilen evliyâ zâtlar idi. Aralarında Hâce Gülân ve Abdülhâlık Goncdüvânî de var idi. Bunlar öyle zâtlardır ki, vefâtlarından önce ve sonra, Allahü teâlânın dinine hizmet ederler. Bugün sen de onların sohbetinden (feyzinden) pay aldın.”
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Seyyid Emîr Külâl Hazretleri
 

Keramet var mıdır
Muhammed Bâbâ Semmâsî’nin talebelerinden bir kısmı, Emîr Külâl hazretlerine, evliyânın kerâmetinden sordular. Buyurdu ki: “Evliyânın kerâmeti haktır. Aklen ve naklen caizdir. Bu husûsta evliyâdan çok nakiller vardır. Malûm ve meşhûr olup, hiç şüphe yoktur. Kalbi imân nûruyla aydınlanmış olan herkes, evliyânın kerâmetine inanır ve bu husûsta hiç şüphe etmez. Buna misâl çoktur. Süleymân aleyhisselâmın veziri Asaf’ın, Saba melikesi Belkıs’ın tahtını bir ânda Sana’dan Kudüs’e getirmesi gibi. Bir başka misâl, Hazreti Ömer, bir defasında Medine-i münevverede mescidde, Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) minberi üzerinde hutbe okuyordu. Bu sırada çok uzaklarda düşmanla cihâda çıkmış olan İslâm ordusunun tehlikeli bir durumda olduğunu görüp, ordu kumandanına Yâ Sariyye dağa dağa” buyurdu. Uzakta olan kumandan Sariyye ve ordunun erleri, bu sesi duyup dağa çekildi. Düşmanın tehlikeli hücumundan korundu. Bu, apaçık bir kerâmettir. Eğer bir kimse, bu kerâmet, mu’cizeden aşağı değil derse, bu yanlıştır. Çünkü, hiç bir velî, Peygamber derecesinde olamaz. Evliyâ-i kiram buyurmuşlardır ki: “Evliyâdan meydana gelen kerâmet, Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) mu’cizesinden dolayıdır ve Peygamberin peygamberliğini tasdik eder. Ona tâbi olmayı gösterir. Eğer Peygamberler doğru sözlü olmasaydı, evliyânın kerâmeti de hâsıl olmazdı. Çünkü evliyâ, Nebî’ye tâbi olmuştur.”
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Seyyid Emîr Külâl Hazretleri

 
Doğuştan evliya
Emîr Külâl Hazretlerinin annesi şöyle anlatmıştır: “Emîr Külâl’e hâmile iken, şüpheli bir lokma yesem, karın ağrısına tutulurdum. O lokmayı mi’demden geri çıkarmadıkça, karın ağrısından kurtulamazdım. Bu hâl üç defa başıma gelince, çok temiz ve hayırlı bir çocuğa hâmile olduğumu anladım. Bunun üzerine yediğim lokmaların helâlden olmasına çok dikkat edip, ihtiyâtlı davrandım.”
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Seyyid Emîr Külâl Hazretleri
 

Evliyanın bakışı
Seyyid Emîr Külâl Hazretleri gençlik yıllarında birgün, er meydanında güreş tutmakta ve büyük bir kalabalık da onu seyretmekte idi. Zamanın büyük âlimi ve mürşid-i kâmili olan Muhammed Bâbâ Semmâsî, o güreşirken tam oradan geçmekte idi. Orada durup, uzun müddet ayakta onu seyretti. Yanında bulunan talebeleri onu seyretmesine şaşıp, kendi kendilerine; acaba bu işle meşgûl olanları seyretmesinin sebebi nedir? diye düşündüler. Muhammed Bâbâ Semmâsî, yanında bulunan talebelerinin kalblerinden geçeni anlayıp buyurdu ki: “Bu meydanda öyle bir mert vardır ki, pekçok kimse onun sohbetinin bereketiyle evliyâlık konaklarının üstün mertebelerine kavuşacaktır.
Onu, bulunduğumuz yola bağlamak istiyorum. Onlar böyle konuşurken, Emîr Külâl’in gözleri Muhammed Bâbâ Semmâsî’ye takıldı. Onu görür görmez, birdenbire kalbi ona tutulup değişiverdi. Hemen koşup yanına yaklaştı. Muhammed Bâbâ Semmâsî’nin ellerine kapandı. O güne kadar yaptığı bütün hatâ ve günahlardan tövbe etti ve Muhammed Bâbâ Semmâsî’ye sâdık bir talebe oldu.
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Seyyid Emîr Külâl Hazretleri
 

Evliyanın bilinmeyen talebeleri
Seyyid Emîr Külâl Hazretleri zamanında, bir defasında Mekke-i mükerremeden ve Medîne-i münevvereden tasavvuf ehli olan kimseler, bir cemâat hâlinde Buhârâ’ya geldiler, Buhârâ’da Sûhârî köyüne gitmek istediklerini söyleyerek, bu köyü sordular. Bunun üzerine kendilerine; “Siz nereden geliyorsunuz ve bu köyü niçin soruyorsunuz?” dediler. Onlar da Mekke ve Medine’den geldiklerini, Sûhârî köyünü sormalarından maksadlarının, orada ikâmet etmekte olan Emîr Külâl hazretlerini ziyâret etmek ve onunla görüşmek olduğunu söylediler. Buhârâ’da görüştükleri kimseler, onlara; “Mâlesef, Emîr Külâl hazretleri vefât etti” dediler. Gelenler dediler ki: “Madem mübârek yüzünü görmek nasîb olmadı, bari oğullarıyla görüşelim.” Bu maksadla Sûhârî köyüne gittiler. Emîr Külâl hazretlerinin oğulları, onlarla görüşüp sohbet ettiler. Onlara; “Babamız Mekke ve Medine’ye hiç gitmemişti. Siz onu nereden tanıyorsunuz?” dediler. Gelenler, “Biz de buralara hiç gelmedik. Fakat biz Emîr Külâl hazretlerini Kâ’be’de gördük. İki-üç seneden beri hac mevsiminde bizimle beraber Kâ’be’yi tavaf ederdi. Mekke ve Medine’de pekçok kimse ona bî’at edip talebe olmuştu. Fakat bu sene Kâ’be’ye gelmedi. Merak edip, ona olan muhabbetimiz ve hasretimiz sebebiyle görmeye gelmiştik, fakat nasîb olmadı” dediler. Böylece, Emîr Külâl hazretlerinin, kerâmetle, her sene hac mevsiminde, bulunduğu beldenin halkı farkına varmadan Ka’be’ye gittiği anlaşıldı.
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Seyyid Emîr Külâl Hazretleri
 

Kalp gözü görmeyene bir ders
Nakledilir ki, birgün Emîr Külâl hazretleri sohbet ederken, kendisini bir hâl kapladı. Bu sırada hac yapmakta olanların hâllerini, nerede ve ne yapmakta olduklarını gördüğünü söyleyerek, anlatmaya başladı. Meclisinde bulunanlardan biri; “Kâ’be’yi nasıl görüp de anlatıyor? Kâ’be buraya çok uzakdır” diye düşündü. Biraz sonra Emîr Külâl hazretleri, böyle düşünen kimsenin yanına yaklaşıp, elinden tuttu ve; “Gözlerini yum, başını kaldır, bak ne göreceksin” buyurdu. O da söylediği gibi yaptı. Birden gözüne Kâ’be ve tavaf edenler göründü. Emîr Külâl hazretlerini de tavaf edenler arasında gördü. Bunun üzerine adam hayretler içinde kalıp, Emîr Külâl hazretlerinin ellerine kapandı, yanlış düşüncelerinden af diledi. Bundan sonra Emîr Külâl hazretleri buyurdu ki: “Ey câhil kişi, bir kimse, kendisinde birşey olmazsa, başkasında da yok zanneder. Gönül aynası açılmadıkça da, hiçbir şeyi göremez, idrâk edemez.” O kimse tövbe edip, sâlih ve makbûl kimselerden oldu.
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Seyyid Emîr Külâl Hazretleri
 

Gerçekten Allahü Teâlâdan korkanlara verilen ihsan
Seyyid Emîr Külâl bir defasında, talebeleriyle birlikte evliyânın meşhûrlarından Hayran Atâ’nın kabrini ziyârete gitmek için yola çıkmıştı. Yolun bir kısmını yürümüşlerdi ki, yolun ilerisinden bir heybetli arslan ortaya çıkıp, yolda durdu. Arslanı gören talebeler endişelenip, huzûrsuz olmaya başladılar. Emîr Külâl hazretleri hiç aldırmadı. Arslanın yanına yaklaşınca, yelesinden tutup yoldan çekip çıkardı ve kenara bıraktı. Talebeleri geçtiler. Baktılar ki, arslan, Emîr Külâl hazretlerine yaklaşıp, başını yere koyarak, saygı gösterir gibi hareketler yaptı. Sonra oradan uzaklaştılar. Bu hâli gören talebeleri; “Efendim, bu nasıl bir işdir” diye suâl ettiler. Bunun üzerine buyurdu ki: “Ey dostlarım, şunu biliniz ve dikkat ediniz ki, her kim gerçekten Allahü teâlâdan korkarsa, herşey ondan korkar, zarar vermez. Allahtan korkmayan kimse, herşeyden korkar. Bir kimse, dâima Allahü teâlâdan korkar bir hâlde olursa, Allahü teâlâ ona korkutucu birşeyi musallat etmez. Hattâ o kul, Allahtan korkduğu için herşey ondan korkup, çekinir.”
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Seyyid Emîr Külâl Hazretleri

Evliyaya danışmanın mükafatı
Emîr Külâl Hazretleri, hocası Muhammed Bâbâ Semmâsî Hazretleri’nin yanında, Semmâs’da bulunduğu sırada, orada oturan bir grup insanla, başka bir köyden bir cemâat arasında anlaşmazlık çıkmıştı, iş kavgaya dökülüp, birinin dişi kırılmıştı. Dişi kırılan kimse ve taraftarları, kırılan dişin diyetini almak için hakime müracaat etmeye karar verdiler. Fakat önce Muhammed Bâbâ Semmâsî’ye danışalım, kendi başımıza iş yapmayalım, ne buyurursa öyle yapalım dediler. Doğruca Muhammed Bâbâ Semmâsî hazretlerinin huzûruna gidip, durumu arzettiler. “Kırılan dişi verin” buyurdu. Dişi alıp, o sırada henüz yanında talebe olan Emîr Külâl’e kırık dişi verip; “Ey evlâdım, şu işi hallet de, aralarındaki anlaşmazlık bitsin” buyurdu. Emîr Külâl, kırık dişi alıp, evliyânın rûhâniyetini vesile kılıp, Allahü teâlâya duâ ederek, kırık dişi yerine koydu. Hemen o anda, duâsı bereketiyle diş, eskisi gibi sağlam bir hâle geldi. Dişi kırılan kimse, bu hâdise karşısında hayret edip, dişini kıranları şikâyet etmekten vazgeçti. Yanında bulunanlarla birlikte, yaptıklarına pişman olup, tövbe ettiler ve doğru yol üzere yürüyen sâlih kimselerden oldular.
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Seyyid Emîr Külâl Hazretleri
 

Kalb, kalbe karşıdır
Nakledilir ki, bir köyde zamanın sâlih zâtlarından biri vefât edeceği sırada, cenâze namazını Emîr Külâl hazretlerinin kıldırmasını vasıyyet etmişti. Fakat Emîr Külâl, uzak bir yerde bulunuyordu. O zât vefât edince, o beldenin âlimleri, velileri toplandı. Emîr Külâl’in çağrılması için, bulunduğu yere bir kişi gönderelim dediler. Bunun üzerine orada bulunan Şeyh Sûfî; “Haberci göndermenize lüzum yok, bu durum ona Allahü teâlânın izni ile ma’lûm olur ve buraya gelir” dedi. Bu arada iki kişi gidip, haber vermek üzere hazırlanmıştı. Tam gidecekleri sırada, Emîr Külâl hazretleri aniden karşıdan gözüktü. Halk onu görünce, hemen karşılamaya koştular ve bu kerâmeti karşısında onu daha çok sevip, bağlandılar. Bundan sonra Emîr Külâl, vefât eden zâtın cenâze namazını kıldırdı ve toplananlarla birlikte kabre götürüp, defnettiler. Cenâze defn edildikten sonra, cemâat câmide toplandı. Cemâat çok kalabalık idi. Orada bulunan âlimler, bu iş için kendisine bir işâret ulaşıp, ulaşmadığını ve nasıl ma’lûm olduğunu sordular. Bunun üzerine Emîr Külâl hazretleri buyurdu ki “Ey kardeşlerim, Resûlullah ( aleyhisselâm ) buyurdu ki: “Kalb, kalbe karşıdır.” yine Resûlullah ( aleyhisselâm ) buyurdu ki; “Mü’min, mü’minin aynasıdır.” “Her kabdan içindeki sızar.” Emîr Külâl bunları söyledikten sonra, halk onun ma’rifet sahibi büyük bir evliyâ olduğunu anlayıp, kendi kendilerine; “Biz bu zâtın büyüklüğünü bilmiyormuşuz” dediler. Aralarında bulunan âlimler, cemâate şöyle dediler; Hadîs-i kudsîde buyuruldu ki: “Evliyâm, kubbelerim altında gizlenmiştir. Onları başkaları bilemezler.” (Bu hadîs-i şerîfi İslâm âlimleri şöyle açıklamışlardır: Allahü teâlâ, evliyâ kullarını insanlık sıfatları ile gizlemiştir. Onlar, diğer insanlar gibi gözükürler. Herkes onları kendileri gibi zanneder, tanıyamaz.) Bundan sonra Emîr Külâl hazretleri, cemâatte bulunan o âlimlere; “Bu naklettiğiniz şeyleri Resûlullah ( aleyhisselâm ) böyle buyurmuştur” dedi. Okunan hadîs-i şerîfleri tekrar okudu. Orada bulunanların hepsi işitti. Bu sırada cemaat içinde bulunan âlimlerden Mevlânâ Tâceddîn, Emîr Külâl hazretlerine, kendisini talebeliğe ve hizmetkârlığa kabûl etmesini söyledi “O bizim vazîfemiz değildir” buyurarak; “Bari seni ma’nevî evlâtlığa kabûl edeyim” deyip, onu ma’nevî evlâtlığa kabûl etti. Öyle bir teveccühde bulundu ki, Mevlânâ Tâceddîn, hemen o ânda ma’rifet ilmine kavuşup, maksadına ulaştı.
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Seyyid Emîr Külâl Hazretleri
 

Alimin yetişmesinin hızlı olması
Nakledilir ki, Kebş şehrinde Mevlânâ Celâleddîn Kebşî, bir cemaatla oturmuş sohbet ediyorlardı. Tasavvuf ehlinden ve evliyânın kerâmetinden söz açılmıştı. Mevlânâ Celâleddîn; “Şimdi bizim zamanımızda böyle kerâmet ehli, dîn-i İslâmın emirlerine tam uyup, Resûlullahın ( aleyhisselâm ) yolunda olan büyük bir evliyâ yok gibidir” dedi. Emîr Külâl hazretlerinin talebelerinden biri, bu cemâat arasında idi. Bu zât, Mevlânâ Celâleddîn Kebşî’ye; “Bu zamanda sayılan sıfatlara ve üstünlüklere sâhib bir zât vardır. Tasavvufda o kadar yükselmiştir ki, bir göz açıp kapayacak kadar kısa bir zamanda içinde, doğudan batıya dünyâyı dolaşacak bir hâl sahibidir” dedi. Mevlânâ Celâleddîn Kebşî; “Ah şimdi böyle zât nerede bulunur?” deyince, o talebe; “Evet şimdi böyle bir zât vardır. O da benim hocam Seyyid Emîr Külâl’dir” dedi. Bunun üzerine Mevlânâ Celâleddîn Kebşî; “Bizi sohbetine kavuştur da, onun ayaklarının tozunu gözlerimize sürme yapalım” dedi. Sizin oraya kadar gitmenize lüzum yok, eğer buraya teşrîf etmesi için tam bir teveccüh yaparsanız, bir anda burada olur” dedi. Bu söz üzerine, Mevlânâ Celâleddîn Kebşî teveccüh edip, Allahü teâlâya hâlis kalble duâ etti ki, içeride bulunan cemâat birdenbire ayağa kalktı. Çünkü Emîr Külâl hazretleri çok uzakta olmasına rağmen, o meclise giriverdi. Bu hâle çok şaştılar Sonra da oturup sohbete başladılar. Mevlânâ Celâleddîn, Emîr Külâl’e; “Efendim, sizi bu hâle kavuşturan şey nedir? Buraya bir ânda teşrîfiniz nasıl oldu?” diye sordu. Bunun üzerine Emîr Külâl, sohbete başlayıp buyurdu ki: “Bizi sizin samîmi arzunuz bu diyara getirdi. Bir kimse Allahü teâlâya ihlâs ile yalvarır, tam samimiyetle birşey isterse, duâ ederse, Allahü teâlâ onu maksadına kavuşturur. Bu sırada Mevlânâ Celâleddîn Kebşî; “Efendim, talebeniz ve hizmetçiniz olmakla şereflenmek istiyorum” dedi. Emîr Külâl hazretleri ona; “Biz seni evlâtlığa kabûl ettik” buyurdu. Sonra ona teveccüh nazarlarıyla bakıp, bir ânda yüksek derecelere kavuşturdu. Orada bulunanlar bu hâli görüp; “Ey Mevlânâ Celâleddîn, uzun zamandan beri uğraşıp ömür tükettin, fakat şimdi maksadına kavuştun” dediler. Onların böyle söylemeleri üzerine, Emîr Külâl buyurdu ki: “Siz kendi işinizi onun işiyle bir mi tutuyorsunuz? O, işini tamamlamış, yolları katetmiş ve vakti gelmiş. Sâdece bizim bir işâretimize, teveccühümüze ihtiyâcı kalmıştı.
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Seyyid Emîr Külâl Hazretleri
 

Allahü Teâlâ’nın her işini rastgetirdiği kimseler
Nakledilir ki, bir gece Emîr Timur, Şeyh Şemseddîn Gülâl ile birlikte, Emîr Külâl hazretlerinin ziyâretine gitmişlerdi. Giderken, yolda yanında bir koyun götürmekte olan bir adama rastladılar. O da Emîr Külâl’i ziyârete gidiyordu. Beraberce, ikâmet ettiği köye vardılar. Fakat Emîr Külâl’in evini soracak hiçbir kimse bulamadılar. Onlar araştırırken, birden karşılarına biri çıkıverdi. Onları eve götürdü. Emîr Külâl hazretlerinin evine varınca, kendilerine yol göstermek için karşılarına çıkan ve eve götüren kimsenin Emîr Külâl olduğunu öğrendiler. Onun ellerine sarılıp; “Efendim affediniz, dışarıda karşılaştığımızda sizin Emîr Külâl hazretleri olduğunuzu anlıyamamıştık” dediler. Buyurdu ki: “Bir dervişi ziyâret için yola çıkan kimse, yolunu şaşırmaz, hatâ etmez.”
Bu misâfirlerden biri koyun hediye getirmişti. Koyunu bırakınca, koyun birdenbire kaçmaya başladı. Adam da peşinden koşarken, Emîr Külâl hazretleri; “Kendini yorma, otur. O, şimdi kendisi geri gelir” dedi. Sonra gelen misâfirlerle cemâat olup namaz kıldılar. Namazdan sonra oturmuşlardı ki, kaçan koyun gelip, yanlarında bir yere durdu. Bundan sonra Emîr Külâl; “Ey Şeyh Şemseddîn! Bir kimse Allahü teâlâya yönelir, onun rızâsını ararsa, işte Allahü teâlâ, onun her işini böyle rastgetirir. O, rızâsını arayan kuluna kâfidir.” Bu hâdiseyi görüp şaşan Şeyh Şemseddîn ve Emîr Timur, Emîr Külâl hazretlerine tam bir bağlılık ile bağlanıp, kendilerine himmet etmesini istediler. Emîr Külâl de, onları ma’nevî evlâtlığa kabûl ettiğini söyleyip, teveccüh etti. Emîr Timur’un yetiştirilmesini Şeyh Şemseddîn’e havale etti. O da Emîr Timur’un yetişmesinde titizlik gösterip, onu yetiştirdi.
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Seyyid Emîr Külâl Hazretleri
 

Evliya sözü dinleyen devlet adamlarının başarısı
Bir defasında Emîr Külâl, Buhârâ’da Cum’a namazını kılıp, talebeleri ile birlikte ikâmet ettiği yere dönüyordu. Yolculukları sırasında, Gülâbâd ile Fetihâbâd arasında, yeşillik bir yerde oturan bir cemâate rastladılar. Sohbet ediyorlar ve sohbetlerinde; evliyâlıktan, kerâmetten bahsediyorlardı. Bu cemâat arasında, Timur Hân da bulunuyordu. Emîr Külâl, talebeleriyle birlikte oradan geçerken, Timur Hân onları görüp; “Bunlar kimdir?’ diye sordu, “Emîr Külâl ve talebeleridir” dediler. Timur Hân bu sözü duyar duymaz, kalkıp sür’atle yanlarına koştu. Huzûruna varıp, fevkalâde bir edeble önünde durdu. Sonra şöyle dedi: “Ey, dinin büyük âlimi! Ey doğru yolun ve yakîn yolunun kılavuzu! Burada biraz durup sohbet ediniz ve bize nasihatte bulununuz da, dervişler istifâde edip, bereketlensinler” dedi. Bunun üzerine Emîr Külâl buyurduki: “Dervişlerin sözleri gizli olur. Bu bizim vazîfemiz değildir. Büyüklerin rûhâniyetinden bir işâret olmadıkça, birşey söylemeyiz. Hiçbir zaman kendinden bir söz söyleme ve gâfil olma. Görüyorum ki, senin başına mühim bir iş çıkacak ve bunda muvaffak olacaksın” buyurdu.
Sonra yola devam ettiler. Evine varınca, zaviyesinde bir müddet durup, yatsı namazı vaktinde dışarı çıktı. Cemâatle birlikte yatsı namazı kıldı. Namazdan sonra bir müddet oturup, büyüklerin rûhâniyetine teveccüh etti. Sonra hemen, talebelerinden Şeyh Mensûr adında bir talebesini yanına çağırdı. Talebe huzûruna gelince, ona dedi ki: “Hiç durma sür’atle Emîr Timur’a git söyle, derhâl Harezm tarafına harekete geçsin. Eğer oturuyorsa, hemen kalksın, ayakta ise harekete geçsin, hiç durmasın. Çünkü velilerin rûhâniyetleri, onun ve oğlunun bütün memlekete baştan başa hâkim olacağını bildirdi. Harezm’i alınca, Semerkand’a hareket etsin.” Haberi götüren Şeyh Mensûr, sür’atle Timur Hân’ın bulunduğu yere gitti. Timur Hân’ı ayakta bekler hâlde buldu. Haberi aynen iletti. Timur Hân, bu haberi alır almaz hiç durmadı, hemen ordusunu harekete geçirdi O harekete geçip, gideceği yolun yarısına vardığı sırada, düşmanları Timur Hân’ın çadırına hücum ettiler. Fakat o, çoktan yola çıkmış bulunuyordu. Timur Hân, Harezm’e yürüyüp, orayı aldı. Sonra Semerkand’a yürüdü, orayı da fethetti. Böylece hergün yeni bir zafere ulaşıp, hep muzaffer oldu ve işleri dâima iyi gitti.
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Seyyid Emîr Külâl Hazretleri
 

Evliyanın gönlüne girmenin reçetesi
Nakledilir ki, Timur Hân Semerkand’a yerleşince, Buhârâ’ya gitmeyi arzu etti. Bu sebeple Emîr Külâl hazretlerine haber gönderip, bizim Buhârâ’ya gelmemize müsâade ederler mi? Şayet izin verilmezse; kendilerinin Semerkand’a teşrîf etmelerini arzu ediyoruz, nasıl buyururlarsa öyle yapalım” dedi. Timur Hân’ın bu arzusu üzerine, Emîr Külâl hazretleri ne gelmesini, ne gitmeyi kabûl edemeyeceğini ve kendilerine duâ etmekte olduğunu söyledi Bunları bildirmek ve Timur Hân’la görüşmek üzere, oğlu Emîr Ömer’i vazîfelendirdi Oğlunu gönderirken şöyle dedi: “Ey oğlum! Emîr Timur’a söyle! Eğer Allahü teâlânın râzı olduğu yolda yürümek istiyorsa, takvâdan ve adâletten asla ayrılmasın. Bunları kendisine şiar edinsin ki, kıyâmet günü kurtulabilsin! Yine söyle ki, biz ve talebelerimiz, her zaman ona duâ etmekteyiz. Eğer dünyâya meylederse; bu durumların fâidesine kavuşamaz.” Emîr Külâl hazretlerinin oğlu Emîr Ömer, Semerkand’a gidip, Timur Hân ile görüştü. Babasının söylediği şeyleri aynen bildirdi. Birkaç gün sonra da, Buhârâ’ya dönmek üzere Timur Han’dan müsâade istedi. Ayrılırken, Timur Han ona; “Buhârâ ve çevresini sizin emrinize bırakayım, ne olur kabûl edin” dedi. Emîr Ömer; “Buna izin yok” dedi. Bunun üzerine Timur Hân; “Öyleyse Buhârâ şehrini Emîr Külâl hazretlerine bağışlayayım” deyince, Emîr Ömer yine; “Buna izin yok” dedi” Timur Hân; “Hiç olmazsa, Buhârâ yakınında ikâmet etmekte olduğunuz köyü size bağışlıyayım” diyerek, çok temennide bulundu. Emîr Ömer şöyle dedi: “Babamdan şu sözleri işittim: Sizin için şöyle buyurdu: “Eğer, Allah adamı olan büyüklerin kalbinde bir yer kazanmak istiyorsa, takvâdan ve adâletten ayrılmasın. Kıyâmet günü Allahü teâlânın rahmetine kavuşmak bununla olur.”
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Seyyid Emîr Külâl Hazretleri
 

Evliyâya hakaret gözüyle bakma
Birgün Emîr Külâl hazretleri, talebeleri ile birlikte Buhârâ’da bir câmiye gidiyorlardı. Yolda, bahçesinde çalışmakta olan bir kimse ve yanındaki çocuğu, onları görmüşlerdi. Çocuk, adama; “Bunlar kimdir?” diye sorunca, adam, Emîr Külâl’e ve talebelerine dil uzatıp, haklarında uygunsuz sözler söyledi. Adam bu sözleri söyleyince, Emîr Külâl buyurdu ki: “Abdülhâlık Goncdüvânî hazretleri buyurdu ki: “Kim evliyâya hakaret gözüyle bakarsa, iflah olmaz.” Emîr Külâl, sonra üzerinde durmayıp, câmiye gitti. Onlar gider gitmez, dil uzatan adam uyuz hastalığına tutuldu, rahatsızlandı. Tutulduğu hastalığa tahammül edemeyip, Emîr Külâl’in yanına götürülmesini istedi. Gidip yalvarmak, af dileyip hastalıktan kurtulmak istiyordu. Durum arzedilince; “Onun hastalığı ilâç kabûl etmez, çünkü o, oku yedi.” buyurdu. Bunun üzerine adam, ayrılıp gitti. Daha evine varmadan, yolda düşüp öldü.
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Seyyid Emîr Külâl Hazretleri
 

Hocasına ders veren talebe
Ârif-i Rîvegerî Hazretleri medrese tahsili görüp, zâhirî ilimlerde büyük gayret ve çalışma gösterirdi. Hocası kendisini çok sever ve takdîr ederdi. Bu tahsil sırasında Ârif-i Rîvegerî, birgün çarşıda büyük âlim Abdülhâlık-ı Goncdüvânî’ye rastladı. Baktı ki, şeyh yüklenmiş evine erzak götürüyor. Edeple yaklaşarak eşyaları taşımak için izin istedi. Şeyh yükünü Ârife verdi ve beraberce eve gittiler. Eşyaları bıraktıktan sonra, “Bir saat sonra gel, yemeği beraber yiyelim” da’vetini aldı. Rîvegerî evden ayrıldıktan sonra, kendisinde bir boşluk hissetti. Kalbindeki bu boşlukta, sâdece Abdülhâlık-ı Goncdüvânî’ye karşı hizmet aşkı vardı. Bir saat sonra eve gitti, iltifâtlar görüp, evlâtlığa kabûl edildi. Hocası tarafından ma’nevî ilimler ve evliyâlık yolunun esasları öğretilmeye başlandı. Ârif-i Rîvegerî, hep bunlarla meşgûl olup medreseye ve eski hocasına dönmedi. Ârif-i Rîvegerî’yi her gördükte eski hocası azarlıyor, hakaret ediyor, medreseye dönmesi için baskı yapıyordu. O, her seferinde mukâbele etmiyor, hiç sesini çıkarmıyordu. Bir gece eski hocası, kendisine ve bir müslümana yakışmayacak bir günah işledi. Ertesi gün o Ârifi gördüğünde, yine hakarete başlayınca, Ârif-i Rîvegerî ona şunları söyledi: “Hocam, niye hep benim gibi bir gariple uğraşırsın? Sen, dün gece büyük bir günah işledin; kendi hatânız yetmiyormuş gibi, beni de doğru yoldan ayırmak istiyorsun.” Bunu duyan eski hocası çok utandı. Eski talebesinin durumunu anladı, tövbe etti. Abdülhâlık-ı Goncdüvânî’ye gidip talebe oldu.
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Arif-i Rivgeri Hazretleri

 
Mü’minin Firaseti
Bir aşure günü derste evliyalık hallerini anlatıyordu. Görünüşü müslüman kıyafetinde olan bir genç, kapıdan girip, talebelerinin arasına oturdu. Abdulhalık hazretleri, arada sırada o gence bakıyordu. Bir müddet onun sohbetini dinleyen genç; “Efendim! Muhammed aleyhisselam; “Mü’minin firasetinden korkunuz. Çünkü o, Allahü teâlânın nuru ile bakar” buyuruyor. Bu hadîs-i şerîfin sırrı nedir?” diye sordu. Abdulhalık Goncdüvanî hazretleri; “Sırrı şudur ki; belindeki zünnarını (hıristiyanların ibadette bellerine bağladıkları ve ucunda haç asılı parmak kalinliğmda yuvarlak ip) kesip çıkarman ve müslüman olmakla şereflenmen!” buyurdu. Genç îtiraz edip; “Allahü teâlâya sığınırım, benim belimde zünnar mı var?” deyince, Abdulhalık (rahmetullahi aleyh) bir talebesine işaret etti. Talebe, o gencin üzerindeki hırkasını çıkarınca, belinde zünnar bağlı olduğu görüldü. Bu hadise karşısında genç çok mahcub oldu. Ne yapacağımı şaşırdı. Kalbinde İslamiyet’e karşı bir sevgi meydana geldi. Abdulhalık Goncdüvanî hazretlerine muhabbet, sevgi duymaya başladı. Böylece evliyanın, Allahü teâlânın nuruyla baktığının ne demek olduğunu çok iyi anladı. Kelime-i sehadet getirip müslüman olmakla şereflendi. Sadık talebelerinden oldu. Bunun üzerine Abdulhalık Goncdüvânî hazretleri, talebelerine dönerek buyurdu ki: “Ey dostlar! Gelin biz de ahde uyalım, zünnârımızı keselim. İman edelim. Öyle ki, bu genç maddî zünnarı kesti, biz de kalbe ait zünnarı keselim. O da kibir ve gururdur. Bu genç af dileyenlerden oldu, biz de affa mazhar olalım.”
İslâm Alimleri Ansiklopedisi, Abdülhalık Gücdevani (ks) Hz.
 

Mürşidini kendine getiren mürid
Yûsuf-i Hemedânî, birgün kendi evinde idi. Gönlüne dışarı çıkmak arzusu geldi. Hâlbuki Cum’a gününden başka bir günde dışarıya çıkmak âdeti değildi. Bu arzu ona, o kadar ağır bastı ki, niçin gitmek gerektiğini bilemedi. Merkebine bindi, (Allahü teâlâ nereye dilerse oraya gitsin!) diyerek hayvanının yularını salıverdi. Merkep onu şehirden çıkarıp, vadi tarafında bir mescide götürdü. Gördü ki, bir genç başını önüne eğmiş, tefekkür ediyordu. Onu bekledi. Ancak bir saat sonra başını kaldırdı. Heybetli görünüşü olan bu genç, Yûsuf-i Hemedânî’nin ( radıyallahü anh ) talebelerinden biri idi. Hocasına dedi ki: “Ey Hocam! Başımda halledemediğim bir müşkil mes’ele var. İyi oldu ki, siz geldiniz! Ne yapacağımı şaşırmıştım.” Genç, mes’elesini hocasına anlattı. Hocası da, onu sıkıntıdan kurtaracak bir şekilde cevaplandırdı. O andan sonra, talebesi olan bu gence dedi ki: “Ey genç! Ne vakit bir sıkıntıya düşersen şehre gel, benden sor! Beni buraya kadar yorma!”
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Yusuf Hemedani Hazretleri
 

Evliya duasının kıymeti
Birgün, Hemedân’dan bir kadın, ağlayarak Yûsuf-i Hemedânî’nin huzûruna geldi ve dedi ki: “Oğlumu Bizanslılar esîr etmişler.” Kadına; “Sabredin” buyurdu. Kadın, “Sabredecek hâlim kalmadı” dedi. Bunun üzerine Yûsuf-i Hemedânî hazretleri; “Yâ Rabbî, bu kadının oğlunu esîrlikten kurtar. Üzüntüsünü neş’eye çevir!” diye duâ etti. Kadın eve gelince, bir de ne görsün. Oğlu evde oturuyor! Hayret etti. Oğluna; “Anlat evlâdım! Buraya nasıl geldin?” dedi. Oğlu; “Biraz evvel İstanbul’da idim. Ayaklarım bağlı idi, başımda muhafız vardı. Aniden, bir kimse geldi. Beni kaptığı gibi, bir anda buraya getirdi” dedi.
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Yusuf Hemedani Hazretleri
 

Evliya ile görüşmede niyet
İbn-i Hâcer-i Mekkî hazretlerinin Fetâvâ-i hadîsiyye isimli eserinde anlatıldığına göre, Ebû Sa’îd Abdullah ve İbn-üs-Sakkâ ve Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî ilim öğrenmek için Bağdad’a geldiler. Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri o zaman çok genç idi. Hâce Yûsuf-i Hemedânî hazretlerinin, Nizâmiyye Medresesi’nde va’z ettiğini duymuşlardı. Bunlar, onu ziyâret etmeye karar verdiler. İbn-üs-Sakkâ, “Ona bir soru soracağım ki cevâbını veremeyecek” dedi. Ebû Sa’îd Abdullah, “Ben de bir soru soracağım. Bakalım cevap verebilecek mi?” dedi. Küçük yaşına rağmen büyük bir edeb timsâli olan Abdülkâdir-i Geylânî de ( radıyallahü anh ), “Allah korusun. Ben nasıl soru sorarım. Sâdece huzûrunda beklerim, onu görmekle şereflenir, bereketlenirim” dedi. Nihâyet Yûsuf-i Hemedânî hazretlerinin bulunduğu yere vardılar. O anda orada yoktu. Bir saat kadar sonra geldi. İbn-üs-Sakkâ’ya dönerek, “Yazıklar olsun sana, ey İbn-üs-Sakkâ! Demek bana, cevâbını bilemiyeceğim suâl soracaksın ha! Senin sormak istediğin suâl şudur. Cevâbı da şöyledir. Ben görüyorum ki, senden küfür kokusu geliyor” buyurdu. Sonra Ebû Sa’îd Abdullah’a dönerek; “Sen de bana bir suâl soracaksın ve bakacaksın ki, ben o suâlin cevâbını nasıl vereceğim. Senin sormaya niyet ettiğin suâl şudur ve cevâbı da şöyledir. Fakat sen de edebe riâyet etmediğin için, ömrün hüzün ile geçecek” buyurdu. Sonra Abdülkâdir-i Geylânî’ye ( radıyallahü anh ) döndü. Ona yaklaştı ve “Ey Abdülkâdir! Bu edebinin güzelliği ile, Allahü teâlâyı ve Resûlünü râzı ettin. Ben senin Bağdad’da bir kürsîde oturduğunu, çok yüksek bilgiler anlattığını ve “Benim ayağım, bütün evliyânın boyunları üzerindedir” dediğini sanki görüyor gibiyim ve ben, yine senin vaktindeki bütün evliyâyı, senin onlara olan yüksekliğin karşısında boyunlarını eğmiş hâlde olduklarını görüyor gibiyim” buyurdu ve sonra gözden kayboldu. Kendisini bir daha görmediler.
Aradan uzun seneler geçti. Hakîkaten Abdülkâdir-i Geylânî ( radıyallahü anh ) yetişti. Zamanında bulunan evliyânın en üstünü, baştâcı oldu. Öyle yüksek derece ve makamlara kavuştu ki, insanlardan ve yüksek zâtlardan herkes gelerek, mübârek sohbetlerinden istifâde ederlerdi. Birgün yüksek bir kürsîde oturuyor va’z ediyordu. Buyurdu ki; “Benim ayağım, bütün evliyânın boyunları üzerindedir.” Zamanında bulunan bütün evliyâ, onun kendilerinden çok yüksek olduğunu bilirler ve üstünlüğü karşısında boyunları eğri olurdu. Bunlar meydana çıktıkça, Hâce Yûsuf-i Hemedânî hazretlerinin senelerce önce kerâmet olarak haber verdiği hâller anlaşılıyordu.
İbn-üs-Sakkâ’ya gelince, o Yûsuf-i Hemedânî ( radıyallahü anh ) ile aralarında geçen o hâdiseden sonra, şer’î ilimlerle meşgûl oldu. Çok güzel konuşurdu. Şöhreti zamanın sultânına ulaştı. O da bunu elçi olarak Bizans’a gönderdi. Hıristiyanlar buna çok alâka gösterdiler. Nihâyet, onların yalanlarına aldanarak hıristiyan oldu. Bu hâdiseyi anlatan zât diyor ki: “Birgün onu gördüm. Hasta idi. Ölmek üzere idi. Ben yüzünü kıbleye döndürdüm. O başka tarafa çevirdi. Tekrar kıbleye döndürdüm. O tekrar başka tarafa çevirdi ve öylece öldü.” Ebû Sa’îd Abdullah da diyor ki: “Ben Şam’a geldim. Ba’zı vazîfelerde bulundum. Çeşitli sıkıntılar ile hayâtım geçti. Yûsuf-i Hemedânî hazretlerinin, her üçümüz hakkında da söylediği aynen meydana geldi.”
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Yusuf Hemedani Hazretleri

 
Bir kova su ile yetmiş senelik derece
Birgün hocam Ebü’l-Kâsım Kuşeyrî hamamda gusl (boy abdesti) alıyordu. Sormadan ve istemedikleri halde, kuyudan bir kova su çıkarıp hamamın havuzuna boşalttım. O anda hakîkaten bu miktar suya olan ihtiyâçlarını bilmiyordum. Sonra öğrendim. Hamamdan çıkınca, “Hamamın havuzuna su boşaltan kimdi?” diye sordu. Niçin yaptın? diyeceğinden korktum. Şaşırdım. Nihâyet “Ben idim” dedim. “Ey Ebû Ali! Ebü’l-Kâsım’ın yetmiş senede elde ettiği dereceleri, sen bir kova su ile kazandın. Allah senden râzı olsun” buyurdu. Bir müddet daha hocamın huzûrunda bulunarak, nefsimin terbiyesi ile meşgûl oldum. Birçok ma’rifetlere kavuştum.
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Ebı Ali Farmedi Hazretleri

 

Rüyada Edeb!
Ebû Ali Fârmedî buyurdu ki: Talebenin hocasına karşı dili ile saygılı olması gerektiği gibi, söylediğini kalbinden de reddetmemelidir.” Bununla ilgili şu rü’yâsını anlatır: Hocam Ebü’l-Kâsım Gürgânî’ye bir rü’yâmı anlattım ve ona, “Senin bana rü’yâmda şöyle böyle dediğini gördüm ve niçin böyle yaptığını sordum” dedim. Hocam, bunun üzerine bir ay benimle konuşmadı ve “Eğer içinde benim söylediklerimi reddetmek duygusu ve cevap almak arzusu olmasa, rü’yânda bana bunu bu şekilde sormazdın” dedi.
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Ebı Ali Farmedi Hazretleri
 

Hırka giymek
Birgün bir adam gelip şeyhten(Ebü’l-Hasen-i Harkânî hazretleri) hırka talebinde bulundu. Şeyh dedi ki:“Bir erkek çarşaf giymekle nasıl kadın olmazsa, sen de hırka giymekle bu yolun eri olamazsın. Önce gönlünü arıtmaya bak!”
(Attar, Feridüddin, Tezkiretü’l-evliya, çev., S. Uludağ, Dergah Yayınları, İstanbul 1991. s. 598)
 

Sıkıntı ve belâ yükünü taşımanın mükafatı
Birgün İbn-i Sina, Harkân’a Ebü’l-Hasen-i Harkânî hazretlerini ziyârete geldi; evinden sordu. Hanımı, azarlayarak, ormana gittiğini söyledi. Hanımı, Ebü’l-Hasen hazretlerinin büyüklüğüne inanmadığı için, ona uygunsuz şeyler söyledi. İbn-i Sina ormana doğru giderken Ebü’l-Hasen-i Harkânî hazretlerinin, bir arslana odun yüklemiş gelmekte olduğunu gördü. “Bu ne hâldir?” diye sorunca, “Evimdekinin sıkıntı ve belâ yükünü taşıdığım için, bu arslan da bizim yükümüzü taşıyor” buyurdu.
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Ebü’l-Hasen-i Harkânî Hazretleri
 

Sultan Mahmûd Gaznevî’ye evliyanın tavrı
İşittiğimize göre, Sultan Mahmûd Gaznevî, bütün Asya’ya hâkim olduğu zamanda, Harkân şehrine yakın gelmişti. Adamlarından bir kaçını, Harkân’a Şeyh Ebü’l-Hasen-i Harkânî hazretlerinin huzûruna göndermişti. Şeyh hazretlerini yanına çağırmıştı. Şeyh hazretleri buna karşılık, bir özür beyân ederek gitmek istemediler. Bu durum, Mahmûd Gaznevî’ye bildirilince, “Haydi kalkınız! Zîrâ o, bizim sandığımız kimselerden değildir. Biz ona gidelim” dedi. Sonra kendi elbisesini Kâdı Iyâd’a giydirdi ve on tane kadın câriyeyi erkek köle kılığına soktu. Kendisi de silâhtar olarak, Kâdı Iyâd’ın yanında Ebü’l-Hasen-i Harkânî’nin evine girdi. Mahmûd Gaznevî selâm verince, Ebü’l-Hasen hazretleri selâmını aldı. Fakat ayağa kalkmadı. Mahmûd Gaznevî, Ebü’l-Hasen-i Harkânî’ye “Sultan için neden ayağa kalkmadınız?” diye sorunca, Ebü’l-Hasen, Sultan Mahmûd’a “Madem ki seni öne geçirmişler, yanıma gel bakalım” dedi. Soruya o ânda cevap vermediler.

Sultan Mahmûd Gaznevî, Ebü’l-Hasen-i Harkânî’ye “Bâyezid-i Bistâmî nasıl bir zât idi?” diye sordu. Ebü’l-Hasen-i Harkânî: “Bâyezîd, öyle kâmil bir velî idi ki, onu görenler hidâyete kavuşurdu. Allahü teâlânın râzı olduğu kimselerden olurdu” diye cevap verdi. Sultan Mahmûd bu cevâbı beğenmedi ve “Ebû Cehl, Ebû Leheb gibi kimseler, Fahr-i kâinatı, Server-i âlemi ( aleyhisselâm ) nice kere gördüler. Bunlar hidâyete gelmedi de, Bâyezid’i görenlerin hidâyete geldiklerini nasıl söylüyorsun?” dedi. O, Resûlullah ( aleyhisselâm ) efendimizden daha yüksek mi ki, iki cihanın efendisini, üstünlerin üstünü olan Allahü teâlânın sevgili Peygamberini gören, küfürden kurtulamadı da, Bâyezid’i görenlerin hepsi kurtulur” diyorsun demek istedi. Ebü’l-Hasen “Rahmetullahi aleyh” “Ebû Cehl ve Ebû Leheb gibi ahmaklar, Allahü teâlânın sevgili Peygamberini, insanların en üstünü olan Hazreti Muhammed ( aleyhisselâm ) olarak görmediler. Ebû Tâlib’in yetimi, Abdullah’ın oğlu Muhammed’i ( aleyhisselâm ) gördüler. O gözle baktılar. Eğer, Ebû Bekr-i Sıddîk gibi bakarak, Resûlullah olarak görselerdi, eşkiyalıktan, küfürden kurtulur, onun gibi kemâle gelirlerdi” buyurdu. Ebû Cehl gibiler, dışdan baktı. Maddeye saplandı. Fahr-i âlemin, Ebû Tâlib’e ve pederi Abdullah’a olan bağlantısına baktı. Allahü teâlânın peygamberi olduğuna bakmadı. Allahü teâlâ bu inceliği bildirmek için, A’râf sûresi yüzdoksanyedinci âyet-i kerîmede meâlen; “Onların sana baktıklarını görürsün. Onlar seni anlamıyorlar. Üstünlüğünü görmüyorlar” buyurdu. Sultan Mahmûd Hân bu cevâbı çok beğendi. Din büyüklerine olan sevgisi arttı. Sultan Mahmûd, “Bana nasihat ediniz” deyince Ebü’l-Hasen-i Harkânî “Şu dört şeye dikkat et: Günahlardan sakın, namazını cemâ’atle kıl, cömert ol, Allahü teâlânın yarattıklarına şefkat göster” dedi. Sultan Mahmûd “Bana duâ buyurun” deyince, Ebü’l-Hasen-i Harkânî, “Ey Mahmûd, akıbetin makbûl olsun” dedi. Bunun üzerine Sultan Mahmûd, Ebü’l-Hasen-i Harkânî’nin önüne bir kese altın koydu. Buna karşılık Ebü’l-Hasen, sultânın önüne arpa unundan yapılmış bir yufka ekmeği koydu. Sultan ekmekten bir lokma aldı. Fakat lokmayı yutamadı. Bunun üzerine Ebü’l-Hasen hazretleri, “Bir lokma ekmeği yutamıyorsun, ister misin, şu bir kese altın bizim de boğazımızda dursun? Biz paralarla olan alâkamızı kestik. Şu altınları önümden alınız” dedi. Sultan, Ebü’l-Hasen’in paraları almasını çok istedi ise de, kabûl etmeyince, ondan bir hâtıra istedi. Ebü’l-Hasen hazretleri ona hırkasını verdi.

Ebü’l-Hasen-i Harkânî hazretleri şöyle anlatır: “İki kardeş vardı. Bu iki kardeşin bir anneleri vardı. Her gece sırayla kardeşlerinden biri annenin hizmetiyle uğraşır, diğeri Allahü teâlâya ibâdet ederdi. Bir akşam, Allahü teâlâya ibâdet eden kardeş, yaptığı ibâdet, duyduğu hazdan dolayı çok memnun oldu. Bu sebepten kardeşine, “Bu gece de anneme sen hizmet et, ben ibâdet edeyim” dedi. Kardeşi kabûl etti. İbâdet ederken secdede uyuya kaldı ve o anda bir rüyâ gördü. Rü’yâsında bir ses ona: “Kardeşini affettik, seni de onun hatırı için bağışladık” deyince genç, “Ben Allahü teâlâya ibâdet ediyorum. Kardeşim ise anneme hizmet ediyor. Fakat beni, onun yaptığı amel yüzünden bağışlıyorsunuz” dedi. Ses ona; “Evet, senin yaptığın ibâdetlere bizim hiç ihtiyâcımız yok; Fakat’ kardeşinin annene yaptığı hizmetlere, annenin ihtiyâcı vardı” dedi.”
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Ebü’l-Hasen-i Harkânî Hazretleri
 

Gerçek Sufi
Birgün, Ebü’l-Hasen-i Harkânî kırk talebesiyle dergâhında oturuyorlardı. Bir haftadır ağızlarına bir lokma yemek koymamışlardı. Bu arada bir adam gelip bir çuval un ve bir koyun getirdi. “Bunları sûfiler için getirdim” deyince, Ebü’l-Hasen-i Harkânî, “İçimizden kim gerçek sûfi olmuş ve tasavvuf yolu olan nisbetini sıhhatli bir hâle getirmişse bunları alsın. Ben kendimde sûfilikten bahsetme cesâreti bulamıyorum” dedi. Bunun üzerine mecliste bulunanların hiçbiri adamın getirdiklerini almadı. Daha sonra o da getirdiklerini geri götürmek zorunda kaldı.
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Ebü’l-Hasen-i Harkânî Hazretleri
 

Kutb-i âlem
“Talebelerinden biri Ebü’l-Hasen-i Harkânî hazretlerinden, “Lübnan dağına gidip Kutb-i âlemi görmek için bana izin ver” diye ricada bulundu. Ebü’l-Hasen hazretleri izin verince, o talebe Lübnan dağına vardı. Orada, yüzleri kıbleye dönmüş hâlde oturan bir cemaat gördü, önlerinde bir cenâze duruyordu. Fakat cenâze namazını kılmıyorlardı. Talebe dayanamıyarak sordu; “Niçin cenâzenin namazını kılmıyorsunuz?” Oradakiler, onun sorusuna: “Kutb-i âlemin gelmesi lâzımdır. Kutb-i âlem buraya hergün beş kere gelir ve imamlık yapar” diye cevap verdiler. Talebe bunu duyunca çok sevindi ve beklemeye başladı. Bir süre sonra herkes ayağa kalktı. Kendi hocası Ebü’l-Hasen-i Harkânî’nin Kutb-i âlem olduğunu gördü. Bu durum onu dehşete düşürdü ve kendinden geçti. Tekrar kendine geldiğinde, namaz kılınmış ve cenâze defn edilmiş idi. Kutb-i âlem de gitmişti. Talebe orada bulunanlara, “Kutb-i âlem tekrar ne zaman gelir?” diye sorunca, “Önümüzdeki namaz vakti” diye cevap verdiler. Talebe onlara “Ben onun talebesiyim. Ona karşı şöyle şöyle demiştim. Uzun süreden beri yollardayım. Ona durumumu arzedin de, beni beraberinde Harkân’a geri götürsün” diye yalvardı. Ebü’l-Hasen-i Harkânî hazretleri, tekrar namaz kıldırmak için oraya geldiklerinde, talebe elini ona doğru uzattı ve tekrar bayıldı. Ayıldığı vakit, Rey şehrinin çarşısında idi. Harkân’a hocasının yanına gidince, Ebü’l-Hasen-i Harkânî hazretleri ona, “Görmüş olduğun şeyi hiç kimseye anlatma. Çünkü, Allahü teâlâdan bu dünyâda beni halktan gizlemesini ve bir tane ârif ve büyük zât hariç, hiçbir kimsenin görmemesini istedim. Öyle de oldu. O zât da Bâyezîd-i Bistâmî’dir” buyurdu.”
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Ebü’l-Hasen-i Harkânî Hazretleri
 

Kaldırılan ve çekilen perde
Bir gece Ebü’l-Hasen-i Harkânî, “Bu gece falan sahrada savaş yapılıyor. Şu kadar kişi de yaralandı” buyurdu. Durumu araştırdıklarında, Ebü’l-Hasen hazretlerinin dediği gibi olduğu anlaşıldı. Aynı gece, Ebü’l-Hasen hazretlerinin oğlunun kafasını kesip, kapısının eşiğine attılar. Ebü’l-Hasen-i Harkânî’nin hiç haberi olmadı. Kendisini inkâr eden hanımı, “O kimseye ne demeli, şu kadar mesafe uzaklıktaki cereyan eden bir olayı haber veriyor, ama oğlunun kafasını kesip kapısına attıkları hâlde, bundan haberi olmuyor?” deyince, Ebü’l-Hasen-i Harkânî; “Evet, dediğin doğrudur. Ama biz onu gördüğümüz vakit, aradaki perde kaldırılmıştı. Oğlanı katlettikleri zaman ise, perde çekmişlerdi” dedi.
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Ebü’l-Hasen-i Harkânî Hazretleri
 

Anneye Hizmet
Soğuk ve dondurucu bir kış gecesi idi. Annesi yattığı yerden oğluna seslenip su istedi. Bâyezîd-i Bistâmî (r.a.) hemen fırlayıp su testisini almaya gitti. Fakat testide su kalmamış olduğundan çeşmeye gidip, testiyi doldurdu. Buzlarla kaplı testi, ile annesinin başına geldiğinde, annesinin tekrar dalmış olduğunu gördü. Uyandırmaya kıyamadı. O halde bekledi. Nihayet annesi uyandı ve “Su, su” diye mırıldandı. Bâyezîd (r.a.) elinde testi bekliyordu. Şiddetli soğuk te’sîri ile eli donmuş parmakları testiye yapışmış idi. Bu hâli gören annesi “Yavrum, testiyi niçin yere koymuyorsun da elinde bekletiyorsun?” dedi. Bâyezîd-i Bistâmî (r.a.) “Anneciğim uyandığınız zaman, suyu hemen verebilmek için testi elimde bekliyorum” dedi. Bunun üzerine annesi “Yâ Rabbî! Ben oğlumdan razıyım. Sen de râzı ol!” diye cân-ü gönülden duâ etti.
Evliyalar Ansiklopedisi, Bayezid-i Bistami
 

Keramet ne için?
Bir gün kendisine, “Mürşidin kimdir?” diye sordular. O da “Bir kadın” dedi. “Bu nasıl olur?” dediler. Cevâbında şöyle buyurdu: “Bir gün Allahü teâlânın sevgisi ile kendimden geçmiş olarak yolda yürüyordum. Bir kadın gördüm. Elinde bulunan bir çuval unu, taşımam için bana ricada bulundu. Gücüm yetmez diye düşündüm. Orada kafes içinde bulunan bir arslana işaret ettim. Kafes açılıp, arslan geldi. Un çuvalını yükledim. Fakat açıktan kerâmet göstermiş olduğum için de çok korktum ve mahcûb oldum. Kadının beni tanıyıp tanımadığını öğrenmek için, “Pazara varınca kimi gördüm diyeceksin?” dedim. Kadın, “Zâlim Bâyezîd’i gördüm diyeceğim” dedi. Ben hayretle “Neden?” diye sordum. Kadın şöyle cevap verdi: “Allahü teâlâ, bu arslanı yük taşımak için yaratmadığı hâlde, sen niçin yük yükledin? Bu zulüm değil de nedir? Bunu, insanlar sana kerâmet sahibi desinler diye yapmış isen çok fena.” Bunun üzerine çok ağlayıp istiğfâr ettim. Bundan sonra benden fevkalâde bir hâl meydana gelse, “Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah, Nuh Neciyullah, İbrâhîm Halîlullah, Mûsâ Kelîmullah, Îsâ Rûhullah; yazısını veya bir nûr görüyorum. Böylece, benden meydana gelen hâllerin doğru olduklarını, Allahü teâlâ tarafından tasdîk olunduğunu anlıyorum.”
Evliyalar Ansiklopedisi, Bayezid-i Bistami
 

Kıbleye karşı hürmet
Birgün yakınları kendisine, “Efendim, filan yerde büyük bir zât var. Fazîlet ve kerâmet sahibi bir velîdir” dediler ve daha başka sözlerle o zâtı çok medh ettiler. Bunun üzerine Hz. Bâyezîd “Madem öyledir. O halde o büyük zâtı ziyârete gitmemiz lâzım oldu” buyurdular. Talebelerinden ba’zıları ile birlikte tarif edilen zâtın bulunduğu yere geldiler. Bâyezîd-i Bistâmî (r.a.) bildirilen zâtın, mescide gitmekte olduğunu gördü ve kıbleye karşı tükürdüğünü müşahede etti. Görüşmekten vazgeçip derhal geri döndü. Sonra o kimse hakkında şöyle buyurdu: “Dînin hükümlerini yerine getirmekte, sünnet-i seniyyeye uymakta ve edebe riâyette zayıf olan birisine, nasıl olur da kerâmet sahibi denilir. Böyle bir kimsenin, Allahü teâlânın evliyâsından olması mümkün değildir.”
Evliyalar Ansiklopedisi, Bayezid-i Bistami
 

Sabah namazı nasıl kaçar!
Sultân-ül-âlifin, Bâyezîd-i Bistâmî’yı (r.a.) bir gece uyku bastırıp, sabah namazına uyanamadı. Namazını kaza edip o kadar ağlayıp inledi ki, bir ses”İşitti. “Ey Bâyezîd, bu günahını affeyledim. Bu pişmanlık ve ağlamana da, ayrıca yetmişbin namaz sevabı ihsan eyledim” diyordu. Aradan bir kaç ay geçtikten sonra onu, yine uyku bastırdı. Şeytan gelip, Hz. Bâyezîd’in mübârek ayağından tutarak uyandırdı ve “Kalk namazın geçmek üzeredir” dedi. Bâyezîd (r.a.) Şeytan’a, “Ey mel’ûn! Sen hiç böyle yapmazdın. Herkesin namazının geçmesini, kazaya kalmasını isterdin. Şimdi nasıl oldu da beni uyandırdın?” buyurunca; Şeytan su cevâbı verdi: “Bir kaç ay önce sabah namazını kaçırdığında, pişmanlığın ve üzüntün  sebebiyle çok ağlayıp inlediğin için ayrıca yetmişbin namaz sevabı almıştın. Bu gün, onu düşünerek seni uyandırdım ki, sadece vaktin namazının sevabına kavuşasın, yetmişbin namaz sevabına kavuşmaya-sın.”
Evliyalar Ansiklopedisi, Bayezid-i Bistami
 

Bunlar nefsim, nefsim diyenlerden değil
Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri şöyle anlatıyor: “Benim zamanımda binlerce velî vardı. Hepsi de ibâdet, riyâzet, keşif ve kerâmet sahibi idi. Fakat asrın kutupluğu, ümmî bir demircinin üzerinde idi. Ben bu işin sır ve hikmetine karşı hayretler içindeydim. Çoluk çocuğunun nafakası için geceli gündüzlü örs başından ayrılmayan demirciyi görmek istedim. Birgün dükkânına gittim. Selâm verdim. Beni görünce, çocuklar gibi sevindi. Ellerime sarıldı, uzun uzun öptü ve benden duâ rica etti. Henüz keşif âlemine girmemiş olduğu için kendi makamından habersizdi. Benden duâ isteyince dedim ki: “Ben senin ellerinden öpeyim de, sen bana duâ et, Sizin duânıza muhtaç olan benim!” O ise şöyle cevap verdi:
“Benim sana duâ etmemle, içimdeki dert hafiflemez ki!” Bunun üzerine ben de “Derdin nedir? Söyle bir çâre arayalım?” dedim. “Acaba kıyâmet gününde, bunca insanın hâli ne olur? Bunu düşünmekten, buna yanmaktan başka derdim yok” dedikten sonra hüngür hüngür ağlamaya başladı. Beni de ağlattı. O vakit içimden bir nida duydum: “Bunlar nefsim, nefsim diyenlerden değil, ümmetim ümmetim diyenlerdendir.” Hemen içimdeki hayret silindi. Kutupluk makamının bu demirciye niçin verildiğini sezdim. Anladım ki, böyleleri, sevgili Peygamber efendimizin kalbine her an bağlıdır. Onun hakikatine mazhardır. Demirciye dedim ki:
“İnsanların azâb çekmesinden sana ne?” Demirci de, “Bana mı ne? Benim fıtratımın mayası, şefkat suyuyla yoğunılmuştur. Cehennem ehlinin bütün azabım bana yükleseler de, onları bağışlasalar, ben se’âdete ererim ve derdimden kurtulurum” dedi.
O, namazda okunmak için, farz miktarından fazla sûre ve âyet bilmiyordu. Bilmediklerini öğrettim. Ben de, kırk yıldır elde edemediğim ma’nevî derecelere yükseldim, içim feyz-i ilâhi ile doldu. O vakit iyice anladım ki, kutupluk sırrı başka bir ma’nâ imiş.”
Evliyalar Ansiklopedisi, Bayezid-i Bistami
 

İnsanlarla muamele
Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri, kabristanda çok dolaşırdı. Bir gece yine gezerken, gece bekçisi elindeki sopayla vurdu. Bâyezîd (r.a.) “La havle velâ kuvvete illâ bil-lâhil aliyyil azîm” dedi. Bekçi birkaç kere daha vurunca sopa kırıldı.
Bâyezîd hazretleri eve dönünce talebelerine sopanın fiatanı sordu. O kadar parayı bir keseye koyarak, bir miktar da tatlı ile beraber bir talebesiyle, o bekçiye gönderdi. Bir de mektûb yazarak bekçiye vermesini söyledi. Mektup şöyle idi:
(Muhterem Bekçi efendi, belki beni hırsız sanarak dövdün. Kabahat bendedir. Gece kabristanda gezmeseydim, dövmezdin. Sopanızın kırılmasına da sebep oldum. Gönderdiğim parayla kendine bir eli sopa al! Sopanın kırılma üzüntüsünün kalbinden gitmesi için de, yolladığım tatlıyı ye! Allahü teâlânın selâmı üzerine olsun.) Genç bekçi mektubu okuyunca, gelip özür dileyerek tövbe etti. Onunla birlikte birkaç bekçi daha hak yola girdi.
Evliyalar Ansiklopedisi, Bayezid-i Bistami

 

Allah yolunda ilerlemenin sırrı nedir?
Bâyezîd-i Bistâmî’ye (r.a.) bir gün bir kimse gelip dedi ki, “Efendim. Ben otuz senedir, gündüzleri oruç tutup, geceleri namaz kılıyorum. Ama, kendimde hiç bir ilerleme göremiyorum. Halbuki i’tikâdım da düzgündür.” Bâyezîd (r.a.) “Sen bu hâlde üçyüz sene daha devam etsen bir şeye kavuşamazsın. Çünkü nefs engelin var” buyurdu. O kimse, “Efendim. Bunun hâl çaresi yok mu?” diye sordu. Bâyezid (r.a.): “Var ama sen kabul etmezsin” buyurdu. O kimse ısrar edip “Aman efendim, lütfen bildiriniz ve beni talebeliğinize kabul ediniz. Ne emrederseniz yaparım” dedi. Bâyezîd (r.a.) buyurdu ki: “Öyle ise şimdi evine git. Bu kıymetli elbiseleri çıkarıp, at! ve eski bir elbise giy. Boynuna bir torba asıp içine ceviz doldur. Seni en iyi, tanıyanların bulundukları sokağa git, Çocukları başına topla, (Bana bir tokat vurana bir ceviz, iki tokat vurana iki ceviz, veriyorum) de.” O kimse bunları duyunca, “Sübhânallah, Lâ ilâhe illallah. Ben bunları yapamayacağım. Bana başka bir şey emretseniz” dedi. Hz. Bâyezîd, “Senin ilâcın ancak budur ve biz de baştan (Sen bunları kabul etmezsin) diye söylemiştik. Yolumuzun esası nefsi terbiye etmektir.” buyurdu.
Evliyalar Ansiklopedisi, Bayezid-i Bistami
 

Komşu hakkına riayetin bereketi
Bâyezîd-i Bistâmî’nin mecûsî olan bir komşusu ve süt emme çağında bir de çocuğu vardı. Bu mecûsî sefere çıktı. Evlerini aydınlatacak bir şeyi bulunmadığı için çocuk ağlıyordu. Hz. Bâyezîd her gün bir çıra alıp, komşusunun evine götürdü. Mecûsî seferden dönünce durumu haber alıp, kendisinde değişiklikler hissetti Hz. Bâyezîd’e karşı kalbinde bir sevgi hâsıl olduğu hâlde, “O zâtın aydınlığı varken bizim karanlıkta bulunmamız hiç uygun değildir” dedi ve hemen Bâyezîd-i Bistâmî’nin huzuruna gidip müslüman oldu.
Evliyalar Ansiklopedisi, Bayezid-i Bistami
 

Allah ismini ağzına almak
Bir gece, ba’zı kimseler Hz. Bâyezîd’in nasıl ibâdet yaptığını, neler söylediğini işitmek için penceresinin altında dinlemeye başladılar. Seher vakti olduğunda bütün kalbiyle “Allah” dedi. Sonra düşüp bayıldı. Bayılmasının sebebi sorulduğunda “Sen kim oluyorsun? Senin haddine mi düştü ki, ismimi ağzına alıyorsun? şeklinde bir nida gelir diye çok korktum da onun için bayılmışım” buyurdu.
Evliyalar Ansiklopedisi, Bayezid-i Bistami
 

Camiye nasıl girilir?
Bâyezîd-i Bistâmî (r.a.) namaz kılmak bu için mescide gelince kapıda bir miktar durur ve ağlardı. Sebebini soranlara da, “Câmiyi, vücûdumla kirletmekten korkuyorum. Tövbe edip Allahü teâlâya yalvarıyorum, ondan sonra giriyorum” dedi.
Evliyalar Ansiklopedisi, Bayezid-i Bistami
 

Yüce mamaklara nasıl erişilir?
“Bulunduğunuz şu derecelere nasıl kavuştunuz?” diye Bayezid-i Bistami Hazretlerine sordular. Cevâbında buyurdu ki: “Her yerde Allahü teâlânın gördüğünü ve bildiğini düşünüp, edebe riâyet etmekle” buyurdu.
Evliyalar Ansiklopedisi, Bayezid-i Bistami
 

Peygamberlerin(Aleyhimüsselam) hallerini anlamak
Bir gün Hz. Bâyezîd’e “Peygamberler hakkında ne buyurursunuz?” diye sordular. Cevâbında buyurdu ki: “Biz onlar hakanda bir şey söyliyemeyiz ve onları anlıyamayız. Hâllerini anlamakdan âciziz. Onlar, bizim anlıyabildiğimizden çok daha yüksekdirler. Diğer insanlar, büyük velîleri ne kadar anlıyabilirse, velîler de peygamberleri ancak o kadar tanıyabilirler.”
Evliyalar Ansiklopedisi, Bayezid-i Bistami
 

Allah rızasına kavuşmanın mutluluğu
Bâyezîd (r.a.) yanında bulunanlara, Allahü teâlâ kendilerinden râzı olduğu kimseleri Cennetine koyuyor değil mi?” diye sordu. Onlar “Evet efendim, öyledir” diye cevap verdiler. Bunun üzerine “Bir kimse, Allahü teâlânın rızâsına kavuştuktan sonra, bir andaki duyduğu zevk vesaâdet Cennetteki bin köşkten daha fazladır.” buyurdu.
Evliyalar Ansiklopedisi, Bayezid-i Bistami
 

Hayvanları hakir görmemek
Bâyezîd-i Bistâmî (r.a.) bir gün, talebeleri ile birlikte, gayet dar bir sokaktan geçiyorlardı. Hz. Bâyezîd, karşıdan bir köpeğin gelmekte olduğunu gördü ve geri çekilip köpeğe yol verdi. Talebelerinden birinin hatırına şöyle geldi: “İnsanoğlu hayvanlardan şereflidir. Hem bizim üstadımız, Sultân-ül-ârifîndir. Hem de etrafındakiler onun, her biri çok kıymetli sâdık talebeleridir. Bütün bunlara rağmen, üstadımızın bu köpeğe yol vermesinin hikmeti acaba nedir?” Bunun üzerine Hz. Bâyezîd buyurdu ki: “Şu köpek, hâl lisânı ile bana dedi ki, “Sana Sultân-ül-ârifîn olmak hil’atini ve bana da köpeklik postunu giydirdiler. Bunun tersi de olabilirdi.” Bunun üzerine ben de ona yol verdim.”
Evliyalar Ansiklopedisi, Bayezid-i Bistami
 

Ne güzel ölüm
Bâyezîd (r.a.) devamlı “Allah! Allah!..” derdi. Vefâtı ânında da yine “Allah!.. Allah!..” diyordu. Bir ara şöyle duâ etti: “Yâ Rabbî! Senin için yaptığım bütün ibâdet tâat ve zikirleri hep gaflet ile yaptım. Şimdi can veriyorum. Gaflet hâli devam ediyor. Allahım! Bana huzur ve zikir hâlini ihsan eyle.” Bundan sonra, zikir ve huzur hâli içinde ruhunu teslim etti.
Evliyalar Ansiklopedisi, Bayezid-i Bistami
 

Büyüklerin eşyaya bakışı
Bâyezîd-i Bistâmî (r.a.) bir gece, talebelerinden bir kısmı ile bir yere misafir oldular. Ev sâhibi evin aydınlanması için bir kandil yaktı. Bâyezîd-i Bistâmî (r.a.) yanında bulunanlara, “Bu kandilde bir gariblik görüyorum. Yanıyor ama ışık vermiyor. Hikmeti nedir?” diye sordu. Ev sahibi, “Efendim. Biz bu kandili bir gece yakmak için komşumuzdan emânet’ olarak almıştık. Bu akşam ikinci gece yakıyoruz” deyince, Hz. Bâyezîd, kandili söndürdü ve hemen kandili sahibine götürüp teslim edin. Arzu ederseniz, bir gece daha yakmak için izin isteyin” buyurdu. Ev sahibi kandili alıp komşusuna götürdü. Olanları anlattı ve tekrar izin alıp geri getirdi. Eve gelince kandili yaktılar ve oda aydınlandı. Bâyezîd (r.a.) buyurdu ki, “İşte şimdi ışığını görüyorum.”
Evliyalar Ansiklopedisi, Bayezid-i Bistami
 


Kul hakkına riayetin bereketi

Bâyezîd-i Bistâmî (r.a.) bir gün çamurlu bir sokakta yürürken ayağı kaydı, düşmemek için duvara tutundu. Sonra araştırıp duvarın sahibini buldu. “Sokakta yürürken ayağım kaydı. Sizin duvarınıza tutundum. Belki de duvarınızdan bir miktar toprak yere dökülmüştür. Hakkınızı helâl etmenizi istirham ediyorum” dedi. Meğer o kimse mecûsî imiş, “Sizin dîniniz bu kadar ince ve hassas mıdır?” dedi. Hz. Bâyezîd “Evet” deyince, o kimse hakkını helâl etti ve müslüman oldu. Bunun üzerine o mecûsînin evindekiler de müslüman oldu.
Evliyalar Ansiklopedisi, Bayezid-i Bistami
 

Sultanla oturanın edebi
“Bir gece karanlığında odamda otururken ayaklarımı uzatmıştım. Hemen bir ses duydum. Sultanla oturan edebini gözetmelidir diyordu. Hemen toparlandım.”
Bayezid-i Bistami Hazretleri
Evliyalar Ansiklopedisi, Bayezid-i Bistami