Bir milletin geleceğini inşa eden en güçlü unsur, ilim ve imanla yoğrulmuş bir neslin yetişmesidir. Zira iman olmadan ruh, ilim olmadan medeniyet ayakta kalamaz. Tarihin her döneminde, dinî ve ahlâkî değerleri yaşatma gayreti taşıyan büyük âlimler ve öncüler, kendi şahsî menfaatlerini bir kenara bırakarak ümmetin geleceği için mücadele etmişlerdir. Onların sözleri sadece kendi çağlarının insanlarına değil, asırlar sonrasına da hitap eden birer nasihat, birer yol haritasıdır.

İşte bu öncülerden biri olan İmam Rabbani Hazretleri buyurdular ki:

İşte bugün, her müslüman elinden gelen yardımı yapmayıp İslamiyet yine baskı ve hakaret altına düşerse, yardımı, fikri ve fiilî katkıyı esirgeyen her müslüman âhirette mes’ul olacaktır. Bunun için bu fakir, gücüm kuvvetim olmadığı halde bu yardıma özeniyorum. İstiyorum ki, kendimi İslam devletine (nimetine) destek ve yardım meydanına atayım, imkan ve nisbetinde orada cihad edeyim.

“Her kim bir cemaatin artmasına sebep olursa o onlardandır” mealindeki hadis-i şerif hükmüne göre, ihtimal ki, bu güçsüz âciz, onların zümresine dahil olur. Kendimi o kocakarıya benzetiyorum ki eğirdiği bir iplik yumağı ile, Yusuf’a müşteri olarak pazara çıkıyor…” (İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 47. Mektup)

1951 yılında Türkiye’nin dört bir yanında imam hatip okulları açılmaya başlar. Hacı Veyiszade Mustafa Efendi, bu okullardan birinin mutlaka Konya’da açılmasını arzu eder ve bu duruma çok heyecanlanır. Bu amaçla zaman ayırır, teker teker esnafları ziyaret eder ve hayır sahipleriyle buluşarak müessesenin bir an önce Konya’da hizmet vermesi için çalışmalara başlar. Bir gün, bir esnafı ziyaret edip İmam Hatip Okulu’nun açılması için yaptığı çalışmaları anlatırken esnafın karşı çıktığını (mukavemet gösterdiğini) görür. Bunun üzerine Hacı Veyiszade Mustafa Efendi, “Bu bizim için bir fırsattır. Allah bize bir fırsat, bir imkan verdi. Biz bunun için çalışıp bu okulların açılmasını sağlamak zorundayız. Eğer bu vazifeyi yerine getirmezsek yarın ruz-i mahşerde Cenab-ı Allah’a nasıl hesap verebiliriz? Biz çalışmakla, vazife ile mükellefiz.” Der.

Yine başka bir gün esnaftan biri Mustafa Efendi’ye, “Yahu Allah aşkına Hocam, bu dilencilikten ne zaman kurtulacaksın?” diye sorar. Mustafa Efendi bu soruya şöyle cevap verir: “Talebe demek, din kalesini savunacak asker demektir. Biz bu okulların açılması için var gücümüzle gayret edip çalışacağız. Hiçbir kimse beni bu yoldan vazgeçiremez. Birilerinin bana hakaret etmesi, hatta tükürmesi bile beni bu yoldan alıkoyamaz. Vallahi Allah’ın izniyle biz bu İmam Hatip mekteplerini açacağız. Sen ister ver, ister verme”. der (Talebe Demek Din Kalesini Savunacak Askerler Yetiştirmek … [Video]. (2020, 12 Mart). YouTube’da yer alıyor. https://www.youtube.com/watch?v=AYof9hGiK9c)

İslam ümmetinin rehberlerinden İmam Rabbani Hazretlerinin bir mektuba verdiği cevap mevzunun özeti niteliğindedir:

Allahü Teâlâ, Peygamberlerin en üstünü hurmeti için “aleyhi ve aleyhimüssalevât vetteslîmât vettehıyyât”, din düşmanlarına karşı olan mücâdelenizde (seyyid şeyh Ferîd’e hitaben) yardımcınız olsun! Mübarek mektubunuzu okumakla şereflendik. İlim öğrenen ve tasavvuf yolunda çalışan gençlere sarf etmek üzere, bir miktar para gönderdiğinizi yazıyorsunuz. İlim öğrenen talebeyi, tasavvufa çalışanlardan önce yazdığınızı görünce çok Sevindik. (Zâhir, bâtının alâmetidir) buyurmuşlardır. İnşâallah mübârek kalbinizde de, bu talebe, daha önce bulunmaktadır.

İlim talebesini ileride tutmak, islâmiyyetin ilerlemesine sebeb olur. Bunlar islâmiyyetin bekçileridir. Muhammed aleyhisselâmın dînini, karşı bunlar koruyacaktır. Kıyâmet günü herkese islâmiyyetden sorulacak, tasavvufdan sorulmıyacakdır. Cennete girmek, Cehennemden kurtulmak, ancak islâmiyyete uymakla olur. İnsanların en iyileri, seçilmişleri olan Peygamberler “salevâtüllahi teâlâ ve teslîmâtühü aleyhim”, herkesi islâmiyyete çağırmışdır. Kurtuluş yolu islâmiyyetdir. O büyükler, islâmiyyeti bildirmek için gönderildi. O hâlde en kıymetli ibâdet, insanlara yapılacak en büyük iyilik, islâmiyyetin öğrenilmesine, yapılmasına çalışmaktır ve islâmiyyetin bir emrini meydâna çıkarmaktır. Hele, din düşmanları, azgınca, dîne saldırarak, islâm kitâblarını yok etdikleri, müslimân yavrularını aldatdıkları bir memleketde, Allahü teâlânın emrlerinden bir tânesinin yapılmasına sebeb olmak, binlerle, milyonlarla lira sadaka vermekden dahâ sevâbdır. Çünkü, bu ufak iş, Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” uymak, onların vazîfesine ortak olmaktır. Hâlbuki, ibâdetlerin en kıymetlisi, sevâbların en çoğu onlaradır. Milyonla sadaka vermek, hayrât, hasenât yapmak ise, herkese müyesser olabilir. İslâmiyyetin meydâna çıkmasına çalışmak, nefsin istemediği şeydir. Buna çalışan, nefsi ile cihâd etmiş olur. Hayrât yapmak ise, nefsin hoşuna gidebilir. Fekat, islâmiyyetin öğrenilmesi, yapılması için para sarf etmek, şübhesiz çok kıymetlidir. Bu niyyet ile az bir şey vermek, bu niyyet olmadan sarf edilen milyonlardan aşağı değildir. (İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 48. Mektup)

İman ve ilim yolunda gösterilen her gayret, yalnızca bir okul açmak yahut bir talebeye destek olmakla sınırlı değildir; bu, aslında dinin muhafazası ve gelecek nesillere taşınması demektir. Büyüklerin fedakârlıkları bizlere, her dönemde imkânlarımız ölçüsünde hizmet etmenin bir sorumluluk olduğunu hatırlatır. Çünkü kalemle yetişen talebe, dinin kalesini koruyan asker gibidir; onun ilimle donatılması, ümmetin bekâsı için bir sigortadır. Bugün bize düşen vazife, aynı ruhu ve gayreti kuşanarak, ilmî ve manevî hizmetlere omuz vermektir. Böylece hem geçmişin emanetine sahip çıkar, hem de geleceğin nesillerine sağlam bir miras bırakırız.

Selam ve dua ile…