Giriş: Hakikat ile Bâtılın Ayrımındaki Zorluk
Modern çağda Müslüman bireylerin karşılaştığı en büyük imtihanlardan biri, hakikat ile sahte değerler arasında doğru bir ayrım yapabilmektir. Tarih boyunca kavramların anlamlarının tahrif edildiği, kelimelerin içinin boşaltıldığı dönemler yaşanmıştır. Çünkü kavramların içini boşaltanlar, hakikati gölgeleyerek insanları kendi arzularına ve çıkarlarına boyun eğdirme imkânı elde ederler. Bununla birlikte günümüzde, modern dünyanın hızlı ve tüketici dinamikleri bu sorunu daha da derinleştirmiştir. Hakikat, sıradanlaştırılıp değersizleştirilirken; yalan, aldatma ve sahte değerler süslenerek cazip hale getirilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm, bu tehlikeye asırlar önce işaret etmiştir:
“Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden saptırıyorlar. ” (Nisâ, 4/46)
Bu ayet, kavramların yanlış yorumlanmasının yalnızca bir dil meselesi olmadığını, aynı zamanda bir iman ve hakikat meselesi olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Kelimeler, hakikatin kapısıdır; bu kapı tahrif edildiğinde, hakikate ulaşmak imkânsız hale gelir. Müslüman, bu karmaşada Kur’ân ve Sünnet’in rehberliğinde yolunu bulmakla mükelleftir.
Dünyevîleşmenin Gölgesinde Kaybolan Değerler
Modern dünyanın en büyük sorunlarından biri, maddeci dünya görüşünün hayatımıza hâkim olmasıdır. Bu anlayış, insanı yalnızca dünyevî başarılara, maddî kazançlara ve geçici hazlara odaklanmaya yöneltmektedir. İslâm’ın yüce değerleri küçümsenmekte, âhiret bilinci arka plana itilmekte, ibadetler ise bir yük gibi algılanmaktadır. Çünkü modern dünya, insanı fıtratındaki kulluk gayesinden koparıp tüketim ve haz merkezli bir hayatı tek gerçekmiş gibi sunmaktadır. Oysa Kur’ân-ı Kerîm, bu tehlikeye karşı insanı uyarmaktadır:
“Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyâmet günü de onu kör olarak diriltip huzurumuza getireceğiz.” (Tâhâ, 20/124)
Yani kendini dünya ile kandırmaya çalışan insan aslında beyhude uğraşmaktadır. Gerçek huzur, dünyevî hırslarla değil, Allah’ın zikriyle ve O’nun rızasına yönelmekle elde edilir. Ancak kalpler maddî tutkularla karardığında, bu hakikati görmek zorlaşır. Bunun sonucunda toplumda iyiliğe rağbet azalır, kutsal değerlere saygı zayıflar ve manevi körlük yaygınlaşır.
Kur’ân ve Sünnet: Hakikatin Pusulası
Bu karmaşık ve yanıltıcı çağda Müslüman’a düşen en büyük vazife, Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sünnetine sımsıkı sarılmaktır. Resûlullah (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmuştur:
“Size iki şey bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız: Bunlar, Allah’ın Kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)
Özellikle doğru ile yanlışın zor ayır edildiği kararsızlık anlarında veya zihinleri bulandıran meselelerle karşılaşıldığında, aceleyle hüküm vermek yerine bu iki kaynaktan beslenmek elzemdir. Zira acelecilik hata getirir, gaflet ise hakikatten uzaklaştırır. Kur’ân ve Sünnet, Müslüman’ın yolunu aydınlatan iki temel rehberdir ve bu rehberlere sarılmak, sahte değerlerin aldatıcılığına kapılmaktan korur.
Hakikate Ulaşmanın Bedeli
Toplum önünde her konuda uzman! ve özellikle dinden, tasavvuftan ve hakikatten dem vuran kişilere Müslümanlar aldanmamalıdır. Çünkü hakikate ulaşmak, kolay bir yolculuk değildir; sabır, mücadele ve fedakârlık gerektirir. Tasavvufun büyüklerinden Cüneyd-i Bağdâdî’nin şu sözü, bu gerçeği çarpıcı bir şekilde ifade eder:
“Biz tasavvufu ondan bundan nakil ve kuru laf ile elde etmedik. Ona Allah için açlık çekerek, dunyalık isteklere rağbeti terk ederek ve sevip alıştığımız şeylerden uzaklaşarak sahip olduk.” (Munāvi, el-Kevâkibu’d-Durriyye, I, 378, Suhreverdi, Gerçek Tasavvuf, 62)
Hakikat, süslü vaatlerle veya zahmetsizce elde edilemez. Nefis terbiyesi, dünyevî arzuları dizginleme ve Allah yolunda kararlı bir duruş sergileme, bu yolda olmazsa olmazdır. Günümüzde sahte değerlerin albenisine kapılmamak, kuru sözlerle anlatılan hakikatlerin özüne varabilmek ancak bu manevi çaba ile mümkündür.
Gerçek İzzet: Allah’a Yakınlık
Modern dünyada değerler ters yüz edilmiş, izzet ve şeref yanlış yerlerde aranır hale gelmiştir. Müslüman’a düşen görev, bu yanılsamadan sıyrılarak gerçek izzetin Allah’a kullukta olduğunu idrak etmektir. Kur’ân-ı Kerîm bu gerçeği şöyle vurgular:
“Kim izzet isterse bilmeli ki izzet tamamıyla Allah’a aittir. Güzel sözler O’na yükselir; rızâsına uygun iş ve davranışları da O yüceltir.” (Fâtır, 35/10)
Müslüman, izzeti makamda, servette veya şöhrette değil, Allah’a yakınlıkta aramalıdır. Zira zillet, Allah’tan yüz çevirmekle başlar; izzet ise O’na yönelmekle tamamlanır.
Sonuç: Hakikat Yolunda Bir Seçim
Günümüz Müslüman’ı, hakikat ile sahte değerler arasında bir yol ayrımındadır. Ya Kur’ân ve Sünnet’in aydınlık yoluna sarılarak hakikate ulaşacak ya da modern dünyanın süslü ama boş vaatlerine kapılarak kaybolacaktır. Müslüman’ın imtihanı, bu iki yol arasında bilinçli bir tercih yapmayı gerektirir. Bu tercihte başarılı olabilmek için Kur’ân ve Sünnet’in rehberliği, sabır ve samimiyetle hareket etmek şarttır.
Rabbimiz bizleri hakikati hak bilip ona uyan, bâtılı bâtıl bilip ondan sakınan kullarından eylesin. Âmin.